MELİH BOYDAK VE ELAZIĞLILAR DERNEK BİNASI
Dr. Ahmet Tevfik Ozan, hoşsohbet ve munis insanlarımızdandır. 14 Ocak 2019 günü saat 19.00’da bir yerel televizyonda, Erzurum Tıp Fakültesi’nde öğrenci iken, Erzurum’da kirada kaldıkları evin sahibinden bahsederken, ev sahibinin kendilerini evden çıkarmak için geldiği bir gün, öğrencilerin tatlı davranışlarından hoşlandığından, bırakın evden çıkarmayı, kirayı da yarıya indirdiğini anlattı.
Bu güzel anekdotu dinlerken, İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Melih Boydak’ın buna benzer bir olayı aklıma geldi. Melih Bey İstanbul’daki “Elazığlılar Dayanışma Derneği ve “İstanbul-Elazığ Kültür Vakfı”nın Fatih’deki binasının alınışını anlatıyor:
“1986 yılında birikimlerimizle, derneğimize bir daire almayı düşünüyorduk. Kirada oturduğumuz binanın sahibi olan hemşehrimiz Rıza Altınören de binayı satmak istiyormuş. Dernek yönetiminden ben, Dr. Kemal Altaş ve Tuncay Öktem binanın sahibi ile görüşmek için hemşehrimizin evine gittik. Rıza Altınören o zaman 65 yaşlarında, kibar bir beyefendi. Salonun bir köşesinde de bir piyanosu vardı. Hemşehrimiz binayı peşin 30 milyon liraya satacağını söyledi.
Binanın fiyatı çok uygun ama bizim birikimimiz buna yetmiyordu. Ancak 25 milyon verebileceğimizi ifade ettik. 15 Milyon nakitimiz vardı, 10 milyonu da makul bir sürede ödeyebileceğimizi söyledik ama pek kabul görmedi.
Bir ara piyanoyu işaret ederek “çalıyor musunuz?” diye sordum. Rıza Altınören de çalabildiğini, Elazığ müziğini ve uzun havaları çok sevdiğini söyledi. Arzu ederse bir uzun hava okuyabileceğimi söyledim. “Müstezat”ı okudum. Altınören çok duygulandı. Bize döndü; “Sizleri çok sevdim, binanın Elazığ folklorüne hizmet etmesi bana huzur verecek” dedi. Teklifimizi kabul etti. Aslında okuduğum Müstezat, onun gönlünde sönmeyen Elazığ sevdasını depreştirmişti. Böylece derneğimiz bu binanın sahibi olmuştu.”
Melih Boydak, 1943 Elazığ/Akmezra doğumlu bir Elazığ sevdalısı. Ormancılık konusunda Profesör Dr. Beşi kitap olmak üzere çok sayıda ulusal ve uluslar arası bilimsel yayını bulunmaktadır. Onun “İstanbul’dan Elazığ’a Selam” şiiri ile yazıyı noktalayalım:
Bebek sırtlarından Harput’u seyre daldım,
Kucakladım;
Gözü tok,
Gönlü geniş,
Özü bilge gardaşları,
Özlem dolu şiirler yazdım,
Bilmem Sunguroğlu, Memişoğlu,
Hacı Hayri duydu mu?
“Beyoğlu’nda bir maya tutturdum,
Hızmekar ağzı…
Besteler Elazığ’ı kıskanmış,
Harput bağlarında yankılanmış ezgiler,
Bilmem Kore Mamo, Hafız Osman,
Paşa, Enver duydu mu?
Halay için sıralandık yedi tepede,
Buzbağ içtik doyasıya Boğaz’dan,
Aşiyan’da kutsallaştı Mevlüt’ün gırnatası,
Ve davulu Hıdır’ın,
Bilmem Coro Yaşar, Zaza Mehenk,
Bebe Hüsen, Eski Mısto duydu mu?
Vapurlar geçer Boğazdan
Paytonları gibi İstasyon Caddesi’nin,
Erguvanlar payam rengi çiçek açmış,
Kuzova nevruzları gönlümde
Ve yalıları Beşgardaş’a benzer İstanbul’un.
Rintler otağ kurmuş Küçüksu’da,
Hüseyni faslı cünbüşünde Sekü’nün,
Kürsübaşında Sekratlı Ali Beğ,
Çarsancaklı Bedri Beğ,
Tasalılar, Itriler, Dede Efendiler…
Ve elezber olmuş Demirci Sıtkı,
Ezgilerinde Şükrü Dayı’nın
Boydak dolaşıyorum zuvahlarını kentin,
Çevremi Divan, Müstezat, Şirvan sarar,
Tüm İstanbul meyhanelerinde Elazığ Peşrevi bugün,
Alır beni Harput’a götürür.
NEVZAT ÜLGER