TÜRKİYE AB’DEN AVANTAJLI
Türkiye ile tüm AB arasında önemli bir güç gösterisine şahit olmaktayız. Bu kavgada elbette AB’nin bazı avantajları var ama Türkiye’nin avantajlarının AB’den fazla olduğunu söylemek hiç de abartı değildir.
Türkiye, AB’nin demografik yapısının en yumuşak karnı olduğunu çok iyi görmektedir. Cumhurbaşkanı, AB’yi en korkutan şeyin göçmen şoku olduğunu çok iyi görerek ses tonunu yüksek tutmakta herhangi bir mahzur görmemektedir.
Bu gün itibari ile Suriye ve Irak’tan gelen mülteci sayısı 3 milyonu aşıyor. Mültecilere harcanan para da 30 milyar doları buluyor. Bu mültecilerin çoğunluğu da Avrupa’yı ulaşılması gereken dünya cenneti olarak düşünüyor. Avrupa’ya geçebilmenin en rahat yolun da Türkiye’den geçtiği düşüncesini hep akıllarında tutuyorlar. Bu durum da Türkiye’nin Avrupa’ya karşı kullanabileceği en önemli “insan tusinamisi”dir. Bu olasılık AB’yi korkutan en büyük ihtimaldir.
AB, Türkiye için 65 yıllık bir kızıl elma olarak varlığını devam ettirdi. Ancak gerek AB’nin son tutumu, gerekse Türkiye’nin kalkınmada aldığı müspet yol eski cazibeyi biraz azalttı. Özellikle AB’nin ödemesi gereken paraları ödememesi ve üyelik dosyasındaki yavaş ilerleme, AB hedefini oldukça zayıflatıyor.
Bu sığınmacı durumu ve AB’ye yürümelerinin serbest bırakılması korkusu Türkiye’nin elini güçlendirirken, AB’yi de havuç-sopa karşısındaki tavşan durumuna düşürüyor.
Müslüman nüfusun AB’de devamlı arttığı ve bazı Müslümanların AB’de siyasi partilerde önemli noktalara gelmeleri de oldukça avantajlı bir pozisyondur. Hatta İsrail raporlarında bu siyasi yükselişlere dikkat çekiliyor. Dahası araştırmalarda üçüncü ve dördüncü kuşağın önemli bir bölümünün “babalarından ziyade dindar oldukları” yönündedir. Cumhurbaşkanının Avrupa’da yaşayan Türklere beş çocuk doğurmaları, onları iyi okullarda okutarak en iyi semtlerde oturmaya teşvik etmesi de AB’yi korkutuyor.
Yapılan demografik tahminler Türkiye’nin nüfusunun önümüzdeki 30 yıl içerisinde 100 milyonu aşacağını gösteriyor. Buna karşılık da AB’nin nüfusu hızla yaşlanıyor. Bu müspet gelişme durumu kalkınma hareketleri için de geçerlidir. Bu konuda iş adamı Hüsnü Yeğin anlatıyor:
“Özal’la tüm dünyayı dolaştık. Çin’e de birlikte gitmiştik. 1986’da Moskova’ya bir kez daha geldik. Burada International Hotel’de üç iş adamı ile bir odada kaldığımızı hatırlıyorum. Aşağıda sadece tavuk kızartan bir yer vardı ve yiyeceği de uzun kuyruklar halinde oradan alıyorduk. Tüm bunları gördükten sonra Rusya’nın ve Türkiye’nin bugünkü hali inanılmaz. Avrupa’ya gittiğinizde 30 yıl önce nasılsa şimdi de pek fazla bir değişiklik göremezsiniz.”
Durum artık çok değişti. Hem Cumhurbaşkanı hem de Başbakan ve Bakanlar artık ayaklarına basıldığını hissettikleri anda AB’yi tenkit etmekte ve hatta tehdit ermekte sakınca görmüyorlar.
Görünen o ki; yönetim kademeleri donanımlı ve şartları iyi değerlendirdikleri zaman, bütün kırılganlığına rağmen kalkınan Türkiye elindeki imkânlarla AB ile daha rahat pazarlık yapabilmekte, insanlarına da güven kazandırmaktadır.
NEVZAT ÜLGER