BELEDİYE SEÇİMLERİNE DOĞRU
İlleri, ilçeleri ve beldeleri beş yıl süreyle yönetecek belediye başkanlarının ve belediye meclis üyelerinin seçileceği 31 Mart 2019 seçimlerine yaklaşıyoruz. Bu gibi toplumsal görevleri yasal çizgide kalarak yapacak kimselere uyan iki dize geliyor aklıma; “Ne dünyalık istediler, ne menfaat umdular,/ Ne kavgadan vazgeçtiler, ne gücenip küstüler” diye. Dikkatli olmak gerekir.
31 Mart 2019 seçimleri; şehirleri daha yaşanabilir hale getirme iddiasında olan kişilerin yarışacağı bir seçim olacak. Belediyecilikle ilgili projelerin ve bu projeleri hayata uygulayabilecek samimi başkan adaylarının yarışması öncelikle insanımız ve sonrasında şehirlerimiz için önemli. Akıldan çıkarılmayacak olan; hizmetin hedefi insan olmalı, insanlarımızın daha huzurlu, mutlu, iş sahibi, emaneti verdiği başkandan emin olarak yaşamaları. Şehirlerin ruhunu bozmadan gelişmenin yollarının aranması temel hedef olmalıdır.
Bu seçimler bir ölüm-kalım seçimi falan değil. Neticede beş yıl süreyle seçildiği ilin, ilçenin veya beldenin imarını, ulaşımını, piyasasını, kültür ve sanatını seçimde ortaya koyduğu iddialar doğrultusunda yönetme sanatıdır. Toplum da söylenen iddialara göre tercihini ortaya koyacağı bir zaman dilimidir. Toplum bir mazoşizm hastalığına tutulmamışsa yanlışta ittifak etmez. Söylediklerimize ve davranışlarımıza dikkat edelim.
Seçimler “Biz ve onlar” seçimleri hiç değil. İnatla ve ısrarla birileri bizi bu çizgiye çekmeye çalışsa da, siyasi hırsların artık bu toplumda ayrışmaya neden olan bir davranış şekli olduğunu insanlar fark etti.
Temel hedef ‘Halka hizmet, Hakk’a hizmet’ iken, ‘seçimi kazan da, ne olursa olsun kazan’ psikolojisine geçmek önemli bir kesimi rahatsız ediyor. Çünkü bu söylem soru işaretleri meydana getiriyor.
Kimileri gerginlikten enerji alarak haz duyabilirler. Yetişme şartları, yaşadıkları hayat ve hırsları buna uygun da olabilir. Ama buna uygun olmayanları ısrarla germeye çalışmak çirkindir.
Seçilmiş veya atanmış, kim olursa olsun, sıradan vatandaş gibi yaşamalı. Böyle yaşamanın önünde ne mani var? Çıktıkları çevreden kopmasın bu insanlar, döndükleri zaman da zorlanmasınlar. Makamların bir emanet olduğunu bilsinler, oradan ayrıldıklarında sudan çıkmış balığa dönmesinler. Yöneticiliğin, ateşten gömlek olduğunu, aldıkları maaşlarda tüyü bitmeyen yetimin hakkı bulunduğunu unutmasınlar.
“ABD Başkanları Beyaz Saray’a kira ödemez ama onun dışındaki her şey maaşlarından kesilir. Beyaz Saray, devletin ABD Başkanı için tahsis ettiği misafirhanedir ve orada 4 ya da 8 yılını geçirmek zorunda olan her aile, kendilerinin ve kişisel misafirlerinin bütün masraflarını kendisi karşılamak durumundadır. Sadece resmi devlet konuklarının ağırlanma masrafını Amerikan vergi mükellefleri öder. Geri kalan kişisel mutfak giderleri, hizmet ve malzemelerin ücreti Başkan ve ailesine aittir. Başkan takım elbiselerinin kuru temizleme ücretini kendisi ödemek zorundadır. Kaybolan düğmesinin yerine alınacak yenisinin de, ayakkabılarının boya ve cilasının da… Konutun başkan ve ailesinin kaldıkları kısmındaki temizlikçi, garson ve hizmetçilerin çalıştıkları süredeki saat ücretini de başkan öder. Kısacası, kira ve elektrik faturası dışında kendileri için harcanan her kuruşu devlete ödemek zorundadırlar.”
Bu bilgiler belki fevkalade gözüküyor ama gerçek. Amerika’da iki dönem başkanlık yapan Bill Clinton’ın 12 milyon borçla ayrıldığını söylüyor haber ajansı.
Affedersiniz “kafir” dediğiniz insan(lar) bunu yaparken, Müslüman’ım diyen insanlar bunu başaramıyorlarsa, herkesin İslami ve insani anlayışlarını gözden geçirmeleri gerekir.
Unutmayın; siz bizim en iyilerimiz değilsiniz, sadece bu zahmete katlanmayı göze alan fedakârlarımızsınız.
NEVZAT ÜLGER