POZİTİVİZM BİR DİNDİR
19. Asır pozitivizm için uygun gelişme şartlarını ortaya çıkarmıştır. Pozitivizmin kurucusu Auguste Comte (1798-1857) olup, ispatlamaya dayanan bir ekoldür. Zaten eski ismi “İspatiye” olarak bilinir. İlmin kuruluşundaki esas dinamik zihne değil, deneye dayanır. Deneyle ölçülemeyen hiçbir şeyi kabul etmezler. Üç hal kanunu ile; “teolojik, metafizik ve pozitif hal”, zihnin aşamalarıdır der. Halbuki din, felsefe ve ilim birbirlerinin yerine ikame edilemezler. Hatta Meyerson, Comte’nin ilim anlayışının hayali olduğunu söylemiş, bu tasnifin ilme uygun düşmediğini savunmuştur. Comte’a göre atom, molekül, esir, nötron ve proton gibi kavramlar elle tutulamadığı için muteber değildir. O bu tutumuyla Türkiye elitleri tarafından ne hikmetse taşlanmamıştır. Comte daha sonradan yazdığı kitapla “İnsanlık dini”nin kuruculuğunu yapmıştır. Türkiye’de de Emile Durkheim sosyolojisi olarak okutulmuştur. Bizdeki tilmizleri; Beşir Fuad, Ahmet Rıza ve Ziya Gökalp’tir. Okullara “pozitivizmin amentüsü” İslam’ın amentüsüne bir alternatif olarak resmi kanallarla sokulmuştur. Kabe yerine anıtkabir önerilmiş, ezan konusunda peygambere reddiyeler yazılmıştır. Pozitivizm yirminci yüzyılın yarısından sonra itibardan düşmeye başlamış bir ekoldür. Pozitivizm; gerçek bilginin ancak duyu organları aracılığı ile elde edilebileceğini kabul ederek vahyi, ilhamı ve mantıksal çıkarım yoluyla elde edilen bilgileri gerçek ve sağlam bilgi alanı dışına itmek istemiştir.
Feminizm adına kadın aileden kopartılarak nikahlı yaşamın dışında “birlikte olma” anlayışı ile din dışı bir hayat yoluna itilerek kutsallardan uzaklaştırılmış, çocuk yapmaktan soğutulmuş, adeta anlık yaşayan biri olmuştur. Feminist olduğunu söyleyen bir kadın yazara, aile hayatını sorduğumda, rahatlıkla evli bir erkeğin tuttuğu ikinci bir evde karşı olduğunu söylediği çok eşliliği bizzat yaşadığını çok yakın bir tarihte anlatmıştı. Sadece dünyalık için bütün aşkın değerleri yok sayan bir anlayış.
Tanzimat’tan Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen sürede ve Cumhuriyet döneminde pozitivizm gerek edebiyatta gerek düşünce hayatında en önemli amillerden biri olmuş, düşünce hayatımız ve edebiyatımız Cumhuriyet döneminde baskın olarak pozitivist özellikler göstermiştir. Cumhuriyet sonrası yazarları arasında “İslam dışı” düşünceye katılmamış hikâyeci, romancı ve makale yazarı bulmak zorlaşmıştır. Bu akım 1970’li yıllardan sonra etkisini azaltmakla birlikte hala devam etmektedir. Günümüzde ise postmodernizmin etkisiyle pozitivizm köküne dayanan modernist süreç etkisini bir hayli kaybetmiş, deney / gözlem yoluyla elde edilmiş tek ve değişmez kabul edilen bilgilerin yanına sezgiler ile İslam dinini esas alan doğrular gelmiştir.
Bütün uğraşlara rağmen sayılan bu ekoller eski üstünlüklerini kaybetmiş, 21. yüzyılla birlikte din tekrar geri gelmeye başlamıştır. Ancak bir kadın yazar ve entelektüelimizin tabiri ile bu ekollerden şöyle ya da böyle etkilenmeyen az insan kalmıştır. (… varsa beri gelsin. A.Alatlı) Her şeye rağmen Müslümanların düşünce ve siyaset sahnesinde tekrar yer alarak, aktif tefekkür dönemlerine başlamaları sonucu, 21. yüzyılda din(ler) tekrar görünür olmuşlardır.
Görünen o ki, Batı, oldum olası çeşitli isimler ve çeşitli ekoller adı altında dini, hayatın dışına taşımaya gayret etmiştir. Hatta dini, hayatın dışına taşımaya güç yetiremediği zamanlarda da dinin aslını değiştirerek din adına dinsizlik yapmaya özel bir gayret göstermiştir. Ancak ismini günümüze kadar taşıyabilen birtakım düşünce adamlarını da sinesinden çıkarmayı başarmıştır. Daha ileri giderek; özellikle 18.-20. asırlarda meydana gelen icat ve buluşların kahir ekseriyeti Batı’ya aittir dersek mübalağa olmaz umarım. Batı; Hıristiyanlığın değil ama kilisenin baskısından kurtulmak için çok çalıştı. Zannederim başka da bir yol kalmadığı için dinin dışına çıktı çoğunlukla. Yani bir din- ilim çatışmasından bahsedilecekse bu Batı dünyası için geçerli olup, ilgili bölümde anlatıldığı gibi İslam-ilim çatışmasından bahsedilemez. Tabi bu arada iki medeniyet içinde de sırf ilim maksadıyla çalışan ilmin her dalında da ilim adamlarının olduğu gerçeği bir vakıadır.
Son dört asır içinde hem Doğu’da, hem de Batı’da özgürlük adına insanlar farkında olarak veya olmayarak modern bir köleleşme yoluna sokulmuşlardır. Özellikle kapitalizmin gemi azıya aldığı zamanlarda insanlar adeta hazlarının ve arzularının kölesi haline getirilmişlerdir. Bu algı günümüzde insanları hız, haz ve uyarılmış istemlerinin kontrolüne amade kılmıştır. Uyarılmış istekler, tüketim hazcılığı ve insanların doymak bilmeyen şehvet ve arzuları onları “modern köleleşme” süreci içerisine sokarak, insanları mutsuz etmekle kalmayıp, normal dışı davranışlara zorlamaktadır.
Batı tipi sanayileşme yoluyla kalkınma ve ilerlemenin tek çıkış yolu olduğu konusunda artık kuşkular iyice artmıştır. Bu toplumlarda insanın yalnızlığı artık ortak konulardadır. İnsan bunalmakta, toplum çözülmektedir. Yalnız paraya ve kara dayanan düşünce biçimi maalesef doğu toplumlarını da, İslam toplumlarını da sıkıca sarmalamıştır.
Doğu dünyasında Müslüman bilim adamları geçmiş miraslarını tekrar hayata döndürmeye çalışmaktadırlar. Bu alanda Türkiye, Pakistan, Mısır ve başka ülkelerin son yıllarda aldıkları bilimsel ve ekonomik ilerleme dikkat çekici boyutlardadır. Dünyanın her yanındaki bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeleri hazmetmiş Müslüman bilim adamları ülkeleri için çok şeyler yapmaya çalışmaktadırlar. Siyasi mekanizmalar da bu insanların önünü açarak onlara yeni imkânlar sunmaktadır. Günümüz Doğu toplumlarında yeterince hayata geçirilemeyen en büyük eksiklik “İslami Anlayış” ile “İslami Pratiklerdir.” Bunlar da akıl ve iradenin alanına girmektedir. Günümüzde halkı Müslüman olan ülkelerde ciddi olumlu hareketler vardır ve bu ülkelerin gelecekleri için ümit vaat etmektedirler.
NEVZAT ÜLGER