ABD SAVAŞ ÇIKARTMAK ZORUNDA
1980’lerden itibaren hızla yükselişe geçen Amerikan bankacılık sektörü, 2000’li yıllara gelindiğinde ülkenin en büyük endüstrisi haline geldi. ABD Başkanı, ülkede her ailenin artık konut sahibi olarak “Amerikan rüyasına” ulaşabileceğini vurguladı.
Ancak, ülkede konut alabilecek sınırlı sayıda yüksek gelirli orta-üst sınıf aileler olduğu için, bankalar toplumun alt sınıflarına konut satmanın ve mortgage vermenin yollarını aradı.
ABD bankalarının kar iştahı o kadar artmıştı ki krediler, kredi derecelendirme sürecinde riskleri ölçmeden umarsızca verildi. Verilen kredilerin büyük bir kısmı konut kredisi olarak verildiği için kredi kullananlar kredileri ödemese bile sürekli artış gösteren konut fiyatları vardı. Ve en kötü ihtimal bankalar bu evleri satıp belki kar bile ederek konuyu kapatırlardı. Bununla birlikte artan bu kredi patlamasının sonucu olarak bankalar kaynak bulmakta güçlük çekiyordu. Bunun da bir çözümü vardı elbette. Bankanın ipotek ettiği bu evleri, varlık teminatlı menkul kıymetleştirerek piyasada devredecek, kendilerine vadesi çok da uzun olmasa bile kaynak yaratmış olacaklardı. Fakat düşünmedikleri bir şey vardı: Konut fiyatları ya düşerse? Nitekim kredi alanlar kredilerin büyük bir kısmı ödenemeyince bankalar konutlara el koymuş, ama 3 birim kredi verdikleri evin değeri 1 birime düşmüştü. Bankacılık sektörü bunlardan etkilenmiş, sigortacılık sektörü de bu çıkarılan varlık teminatlı menkul kıymetleri sigortaladıkları için çok ciddi zararlar vermişti…
Amerika’daki krizin diğer ülkelere de yansıyacağı düşüncesi, diğer ülkelerde dolaşan sıcak paraları ve yabancı yatırımların bir anda çekilmesinden kaynaklanıyordu. Nasıl ki bir bankanın batmasının en önemli sebeplerinden biri, bankadaki mevduatların kısa bir süre içerisinde tamamen çekilmesi sonucu kaynaklanıyorsa, ülkeler için de bu durum geçerliydi. Aynı örnek; Yunanistan’ın batmamasının sebebi, başta Almanya olmak üzere birkaç Avrupa ülkesinin, bir gün gelecek Yunanistan bize borçlarını ödeyecek düşüncesiyle ülkeye borç vermeye devam etmesinden kaynaklanmaktadır. Onlar da biliyor ki eğer Yunanistan’dan para çekilirse; ülke batacak…
Bunun sonucu olarak, gelişmiş ülkelerde büyümenin düşmesi, talebin gerilemesine yol açmış, gelişmekte olan ülkelerden yapılan ithalat azalmıştır. Bu durum sonucunda gelişmekte olan ülkelerin, ihracatlarının azalmasına ve ekonomilerinin küçülmesine yol açmıştır. Ekonomik olarak küçülmeye başlayan ülkelerde, işsizlik hızla artmıştır. İşsizliğin artması, iç talebi düşürmüş ve ekonomik kriz derinleşmeye başlamıştır. Kriz Türkiye ekonomisini de sermaye girişi ve ihracat kanallarından etkilemiştir.
2008 finansal krizi sırasında veya sonrasına, hiçbir Amerikalı yetkili ya da banka yöneticisi yargılanmadı. ABD ekonomisinin zirvesinde bugün ABD’nin milli borcu 21,47 trilyon dolar, konut kredisi borcu 15,15 trilyon dolar seviyesinde bulunuyor.
Yeni dönemin etkileri belli alanlarla sınırlı kalmayıp, hayatın bütününü etkiledi. Konut talebi, çalışma şartlarında değişiklikler, eğitimin içeriği, el sanatlarının mecburen bir kenara çekilmesi, devletlerin yönetim şekilleri adeta yeniden dizayn edildi.
18. ve 19. yy. da meydana gelen “endüstri devrimi”, etkisi altına aldığı devletlerin aile hayatında, geleneklerinde, inançlarında, tarih ve coğrafyalarında, eğitimlerinde, üretimlerinde, tüketimlerinde, giyim ve kuşamlarında, siyasi olaylarının yönlendirilmesinde bir “değişme” meydana getirmiştir. Bu değişimi başlatan faktörlerin teknolojiden daha çok ideoloji olduğunu ileri sürenler dahi, teknolojinin değişimdeki rolünü kabul ediyorlar. Değişimin özellikle maddi yapıda olduğu alanlar için bu rol daha önemli kabul edilmektedir.
Günümüzde ailenin, kendi çocuklarını ergenlik yaşına kadar eğitme işlevi dahi endüstrileşmenin etkisi ile değişime uğramıştır. Eğitim, kendi kendine yetme, mutlu olma çabası olmaktan çıkmış, ondan maddi kazanç elde edilen bir obje haline getirmiştir.
NEVZAT ÜLGER