SON İKİYÜZ YILDA DEĞİŞEN HAYATLAR
İnsanlık tarihi boyunca yapılan icat ve buluşlar alışılmış olan birçok bireysel ve toplumsal usul ve yöntemi hızla ve iştahla değişikliğe uğratmış, olumlu ve olumsuz yönleriyle bu gün yaşadığımız toplumsal yapıların oluşumunu sağlamıştır.
1830-1870 tarihleri arasında geliştirilen demiryolları, o güne kadar at ve atlı arabalarla yapılan yolculukları iptal etmiştir.
Yine buharlı gemilerin kullanılmaya başlamasıyla, yelkenli gemiler yok olma seviyesine düşmüştür. 1807 tarihi deniz donanmacılığını değiştirmiş, o güne kadar güçlü yelkenli gemileri olan devletler, buharlı gemilere sahip olamayınca hâkimiyetlerini kaybetmişlerdir.
Coğrafi keşifler ve icatlar sonucunda değişim yalnız teknik alanda kalmamış, ülkelerin siyasi yapılanmalarında da değişiklikler meydana gelmiştir. Özellikle 20. yüzyılın tamamı bu siyasi değişimlerle ünlenmiştir. İlk çeyrekte çok partili hayat, ikinci çeyrekte faşizm, 1945’den sonra da birçok tonuyla kapitalizm ve demokrasi rüzgârları esmiştir. 21.yy ise bütün fikir akımları ile birlikte “din” rüzgârlarının yeniden esmesine ve yeniden ihya oluşumlarına sahne olmaktadır.
Bu keşif ve buluşlardan sonra özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde oluşan dev küresel şirketlerin bir kısmının ciroları bazı devletlerden daha büyük hale gelmiştir. Bunlardan 85 kişinin bir yıllık geliri, dünyadaki üç buçuk milyar insanın yıllık gelirine eşit olmuştur. (2014 verilerine göre.)
Emekleriyle geçinenler için durum henüz değişmiş değildir. Ülkeler ücretlere enflasyon oranında zam yapmışlar ama hiçbir zaman büyümeden yeteri kadar pay verilmemiştir. Servet ve iktidarın dağılımındaki adaletsizlik yüzünden büyük kitleler şuursuz bir yığın halindedirler. Retorikler kitlelerin adeta rahatlama seansları haline gelmiştir. İnsanlar istidatlarının değerlendirileceği gibi bir hissi taşımıyorlar. Çünkü gerek parasal dağılım gerekse görev dağılımlarında bilgi ve yetenekten daha çok nüfuz ve pazı gücü en üst seviyede kabul görmektedir. Batı bu konuda adımlar atarak “Vencure Capital” türü uygulamaları devreye alarak bireysel yeteneklere kapı aralamıştır. Doğu dünyası bu konuya henüz tam anlamı ile yoğunlaşamamıştır. Belki Türkiye’deki KOBİ uygulamalarını daha da iyileştirerek belli bir noktaya taşımak mümkündür. Ücretliler için henüz ciddi bir iyileştirmeden bahsetmek pek mümkün değildir. Zaten ücretli kitleye biçilmiş tek görev vardır: İtaat.
Birinci Dünya Savaşı ilk hedefine ulaşmış, 1920’den sonra dünyada üç Müslüman ülke kalmıştı: Türkiye, İran ve Hindistan. Müslüman topluluklar ancak 2. Dünya Harbi’nden sonra, 1955 yılından itibaren oluşan Bağlantısızlar Hareketi’nden istifade ederek birer birer bağımsızlıklarına kavuşabilmişlerdir. Sanayileşme sonrasında batıda oluşan demokrasi hareketleri, Türkiye’de ancak 2. Dünya Savaşından sonra ve Batının zorlaması ile oluşmaya başlamıştır. Türkiye Rusya’nın baskısından kurtulmak için Batı bloğuna girmenin gerekli olduğu kanaatiyle hareket etmek ister. Ancak Batı bunun için çok partili hayatı şart olarak gördüğünden, Türkiye istemeyerek de olsa çok partili hayata geçmiştir. Nitekim 1970 yılından sonra meyve vermeye başlayan sivil hareketler, küresel güçler tarafından boğulmaya çalışılsa da sivilleşme çalışmaları hızla devam etmektedir.
Coğrafi keşifler ve icatlar sonrasında, hem bireylerin hem de ailelerin ihtiyaçları ve talepleri eskiye oranla değişikliğe uğradı. Hatta tetiklenmiş ihtiyaç ve talepler, 20. asrın son çeyreğinden itibaren “hazcı talep-hazcı tüketim” denilen bir davranış türü geliştirdi. “Zenginlik ve refah gribi” olan “hazcı” tüketim alışkanlığı beraberinde birçok olumsuzluğu da getirmiştir. Rastgele kredi kartı kullanmak, moda, yeni nesil otomobiller, her sezona göre kıyafetler, orijinal ev eşyaları, alışveriş merkezleri, televizyonlar, gazeteler ve reklamlar hep bu gribin yayıcılarıdır. En önemli ve etkili bulaşma yolu eş-dost meclisleridir. Buna yeni moda tabirle mahalle baskısı da diyebiliriz. Hastalık aslında psikolojik. Modern zamanların insanının yakalandığı illet “tüketerek mutlu olma” hastalığı. Hastalık daha sonraki dönemlerde ortaya çıkacak olan depresyonun, mutsuzluğun, panik atağın, boşanmaların ve belki intiharların habercisi. Bu hastalıkta insanlar, kazandıklarından çok harcıyorlar ve normalde kavuşamayacakları şeyleri talep ediyorlar.
Sonuçta ekonomi, borç sarmalının altına girerken, kaynaksız bunca tüketimi kaldıramayan ülkeler de bu bataklıkta çırpınıyor.
NEVZAT ÜLGER