ABD’NİN ORTADOĞU HESAPLARI
ABD’nin Orta Doğu ile ilgili demokrasi talepleri daha özgür bir yaşamı teşvik etmek için değil, farklı iki amaçla yapılmaktadır:
Birincisi mevcut siyasi kadroların el değiştirmesi yoluyla kendi kontrolündeki kişi ve gurupları seçtirmek, bunu yapamıyorsa yönetimleri kendi isteklerine razı etmek.
İkincisi buradaki demokrasilerin gelecekte ideolojik faklılıklara değil, ırk ve mezhep temeline dayanak olmasını sağlamak.
1980’lerin sonunda iki kutuplu sistemin sona ermesi ile birlikte dünyada soğuk savaş kavramı tarihe karışmış ve ekonomik anlamda kapitalizm, siyasal anlamda da Batı’ya özgü liberal demokrasilerin rakipsiz kaldığı yeni bir siyasal düzen oluşmuştur. Bu yeni sürece “küreselleşme” adı verilmektedir. Bu sürecin temel karakteristiği “Batı liberal demokrasi” anlayışının tartışılmaz en iyi sistem olarak tüm dünyaya kabul ettirilmeye çalışılmasıdır. Bu dönemde uluslararası ilişkilerde birtakım yapısal değişiklikler yaşandığı gibi uluslararası ilişkilerin aktörlerinde de bazı değişiklik ve çeşitlenmeler görülmüştür. Öyle ki bu gurupların iktidar olmaları ile söz sahibi olmalarının olmazsa olmaz şartı, Batı’ya koşulsuz biat etmektir.
Batı; dünyayı istediği gibi biçimlendirerek, onu yönetmek istemekte, asla “hayır diyen bir ülke” istememektedir.
Batılılar için; Orta Doğu’da mevcut otoriter ve totaliter devlet yapılarının devamı kendileri için en iyi seçenektir.
11 Eylül saldırıları, ABD’nin Orta Doğu ülkeleri üzerine uygulayacağı politikalar için de yeni bir dönem başlattı. Saldırıları gerçekleştirdiği iddia edilen eylemcilerin kimlikleri ABD’nin bu bölgeye özel yaptırımlar uygulaması için uydurulmuş bir sebep olarak kullanıldı. Bu bölgede, İslam’ı ABD’ye zarar verebilen uluslararası tehditlerin kaynağı olarak düşünen ABD yönetimi, uluslararası terörizmi desteklediğini söylediği ülkelerdeki rejimleri değiştirme niyetini ortaya koydu.
Mısır’da, Libya’da, Suriye’de, Afganistan’da, Irak’ta yapılanlar ile Türkiye’de yapılmak istenen değişikliklerin ana teması budur. Bu işi başarıp başaramayacağı önemli değildi, önemli olan kendisinin hedefleriydi. Bugüne kadar Afganistan ve Irak’ta hep bunu yaptı.
Amerikan yönetimi sadece askeri gücünü kullanmıyordu; aynı zamanda Amerika’nın “yumuşak” gücüne başvuruyordu. Bu yöndeki esas aracı da ABD’nin “Ortadoğu‟da demokrasinin ve insan haklarının gelişimini, iktisadi kalkınmayı vb. destekleme” iddiasıyla oluşturduğu “Ortadoğu Ortaklık İnisiyatifi”dir. ABD bu yöndeki politikasını 2003 yılının sonlarında ortaya attığı “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” üzerine yoğunlaşarak sürdürdü. Ancak bölgedeki seçimleri Müslümanların kazanması Batı’nın BOP projesini bozdu. Türkiye’nin İslam coğrafyasına etkileri Batı için oldukça rahatsız edici gelişmeler olarak kabul edildi.
Her ne kadar ABD yöneticileri, resmi söylemlerinde demokrasi ve insan hakları gibi evrensel(!) kavramları gündeme getirseler de Büyük Ortadoğu Projesi’nin kökeninde; Amerikan dış politikasının stratejisi olan petrol ve enerji kaynaklarını kontrol altına almak olduğu artık gizlenemez noktaya gelmiştir.
Bölge ülkelerinin demokrasiye geçmelerini, bu vesile ile her yıl 2 milyar dolar yardımda bulunulan İsrail’in güvenliğini sağlamak, Irak savaşı sonrası dünya kamuoyunda yükselen Anti-Amerikancı söylemleri demokrasi söylemiyle bertaraf etmek var. Ayrıca demokratik söylemleri sıklıkla kullanarak bölge ülkelerinin radikal İslamcı örgütlerle mücadele etmesini sağlamak hususlarının yattığı ifade edilmektedir.
Bunları yaparken “ılımlı”, “politik talebi olmayan” ve “Batı’nın bölge politikalarıyla barışık” özellikler taşıyan hükümetler ve devletler oluşturmak niyetinde ve gayretindedir.
NEVZAT ÜLGER