İNSAN BU…
Planlayıcıların hedefi “ekonomi çıkışlı”dır. Gayrisafi milli hâsıla elimizde değişmez ve kutsal bir gösterge gibidir. Oysa ülkenin daha insanca yaşanabilir olup olmadığını ortaya koyabilecek, merkeze insanı alan daha “insani” daha “çevreci” bir gösterge gereklidir. Toplumumuzun sahip olduğu değerlerin, bin dolarla ifade edilen gayrisafi milli hâsıla rakamlarıyla ölçülemeyeceğini bilmek gerekir. GSMH’yı ne kadar artırırsanız artırın, eğer gelirin adil dağılımını sağlayamıyorsanız, kalkınmanın insan merkezli olması mümkün değildir.
Günümüzde bazı düşünce adamları, “sanayi toplumlarında insanın bugünkü problemli konumunu ve toplumun çözülmesini büyük boy teknolojiye bağlayarak, teknolojinin insana hükmettiğini, ruhen çürüttüğünü, çalışma zevki bırakmadığını, sıcak ilişkileri yıktığını” savunur. Bunun önlenmesi için ise insanı köleleştirmeyen fakat insana hizmet ederek çalışma zevki veren “insan yüzlü bir kalkınma” gereklidir demektedirler Hedef, insanın mutluluğu olmalıdır. Şayet sıradan insanı mutlu edecek projeleriniz yoksa siz ancak vahşi kapitalizmin değirmenine su taşıyorsunuz demektir. Gandhi bağımsızlık mücadelesinde makineye karşı durmuştur. Çünkü o, Batı sömürgeciliğinin temelinde makineyi görmüştür. Düşüncelerini açıklarken makinenin insanı ve toplumu ezmesine karşı olduğunu belirtmiştir. Gandhi’nin tavrı biraz dini, biraz milli, biraz da siyasi kaynaklıdır. Zaten insanların ferdi ve sosyal seviyedeki faaliyetlerinin biçimini, birbiriyle fonksiyonel bir ilişki içinde olan ferdi duygu ile ferdin içinde bulunduğu toplumun maşeri vicdanı belirler.
Yaşanan sanayi dalgaları ve bunların sonucunda oluşan gelişmiş ülkeler, dünyanın üstüne adeta çullanmışlardır. Bu gelişmişlik olgusunun olumlu yönlerinden ziyade olumsuz yönlerini dünya konuşmaktadır. Günde bir dolara geçinen insanla, günlük geliri milyon dolarlar olan insanlar; doğum yapmak istemediği için köpeğini çocuk gibi besleyen kadınla, açlıktan nefesi kokan insanlar aynı dünyayı paylaşmaktadır. Batı, belli bir kitlenin kalkınmasını ülkenin kalkınması şeklinde takdim ettiğinden, adil gelir dağılımından mümkünse hiç bahsetmez. ABD’deki son Baltimore nümayişleri bu ayıplı durumu görünür kılan ara fragmanlar cinsindendir.
Toplumlarda bir araya gelme fikrinin dağılması, tabii olarak ferdiyetçiliği ve yalnızlığı getirmiştir. Bundan dolayı da insanlar bu “aidiyet duygusu”nu yaşamak için bazen normal, bazen de normal olmayan gruplar meydana getirmektedirler. Spor kulüplerine, siyasi partilere üyeliklerin altında bu “aidiyet duygusu” yatmaktadır. Hatta hippilik dahi bu aidiyet duygusundan kaynaklanmaktaydı. Bunlar paranın egemen olduğu bir dünyada, serveti küçümseyen bir hayat sürüyorlardı. Bu bir azınlık gibi görünüyor ama bunlara özenen sessiz bir çoğunluğun olduğunu da unutmamak gerekir. Yani sisteme karşı kuşkular büyüyor. Anarşik olayların arkasında da öğrenci olaylarının arkasında da bu “paraya dayanan” tek boyutlu bir topluma karşı çıkışın yattığını söylemek mümkündür.
Günümüzde “KOBİ” diye isimlendirilen küçük ve orta boy işletmelerin öne çıkarılmalarını da bu cemaate yöneliş olarak algılayabiliriz.
Bir adım daha atarak günümüz insanının ideolojilere düşkünlüğünü de, ideolojilerden medet umma şeklinde anlamak mümkündür.
Yakın geçmişte veya günümüzde teknoloji transfer edilirken veya gelişme modeli olarak o ülkeler alınırken, bütün Batılı değerler de onunla birlikte taşınmaktadır. Dünyada bu ilkenin dışında kalmış gibi gösterilen Japonya’da, halkı Müslüman olan ülkelerde de bu böyledir. Yani modern kurumları istemek demek, modern ideolojileri de istemek demektir. Modern zenginliği istemek, modern bakışı da istemek demektir. Sözgelimi toplumun cemaat hayatı parçalanmıştır. Bu parçalanmada tipik bir örnek olsun diye otomobili alabiliriz: Otomobille, köy hayatı, şehir hayatı, taşıma, nüfus dağılımı, tatil anlayışı, bayram anlayışı, iş hayatı ve aile hayatı anlayışı değişmiştir. Bu bilinen en basit misaldir.
NEVZAT ÜLGER