BİR TOPLUMSAL ARAŞTIRMA
KONDA, 2008 ile 2018 yılları arasını kapsayan toplumsal değişim raporunu yayımladı.
Araştırma sonuçlarına göre; apartmanlaşma artsa da, ev sahibi olmada azalma var.
Toplum daha eğitimli hale gelmiş ama annelerin üçte biri, babaların altıda biri hala okur-yazar değil.
Mutluluğun oranı 57’den 52’ye düşmüş.
Evlenme yaşı ilerlemiş. Evlenenler karşılıklı anlaşma ile evleniyorlar. Ancak görücü usulü evlenme daha fazla. Evli olanların oranı azalmış, bekarların oranı artmış. (Birlikte yaşama diye bir olgu var.)
Devlet çalışanı ve esnafın oranı artmış, çiftçi ve işçi oranında düşme olmuş. Esnaf sayısında artış, çiftçilerin sayısı ise nerede ise yok olma sınırında.
Akıllı telefon sahipleri sürekli çıkışta. İnternet kullanımı artmış.
Gençlerin yüzde sekseni ülke ekonomisini takip etmiyor. Yine gençlerin %84’ü para ve finans kavramına yabancı.
Gazete okuma oranı 61’den 26’ya düşmüş. (%10’a düşebilir.)
Sosyal medya kullanımı 38’den 72’ye çıkmış.
Geleneksel muhafazakârlık 37’den 45’e çıkmış ama dindar muhafazakarlık 32’den 25’e düşmüş. (Din değil, din kültürü artmış)
Kendisini dindar olarak tanımlayanların oranı yüzde 55’ten yüzde 51’e gerilemiş.
Başörtüsü oranı yüzde 52’den bir puanlık artış göstererek yüzde 53’e yükselmiş.
İnançlı olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 31’den üç puanlık bir artışla yüzde 34’e yükselmiş,
Oruç tutanların oranı da yüzde 77’den yüzde 65’e gerilemiş.
Ülke, hedeflenen, istenen noktaya gelemedi. Peki neden? Neden böyle oldu? Cevaplanması gereken bir soru.
Aslında sorun 1990’lı yılların ortalarından itibaren ortaya çıkmaya başlamıştı. Kırsaldan gelen, kırsalın sosyolojik özelliklerini taşıyan dindarlar, bu özellikleriyle topluma bulaşmadan biraz da kapalı bir çevrede yaşıyorlardı. Genellikle “hemşerilik” üzerine mahalleler (getto demeyi sevmiyorum) oluşturmuşlardı. Ancak yeni nesillerle beraber yeni alışkanlıklar ve hayat şekilleri de ortaya çıkmaya başlamıştı. Ama o zamanki gençler, ailelerine ve büyük dindar aile yapısına ters düşmemek için seslerini çok yükseltmediler. Lakin hayatlarına tam da oturtamadıkları şeyler vardı. Batı’ya karşıyım diyen gençlik esas olarak tam bir Batılı gibi yaşıyordu. Tüketim alışkanlıkları ve sorunları tartışma şekilleri hep Batı ölçüleri üzerinden yapılıyordu. Hatta çoğunlukla da bizim topluma ait olmayan meseleler üzerine günlerce konuşulduğu oluyordu. Diğer bir ifade ile; alttan alta gençlerin çoğu, karşı olduklarını söyledikleri bir dünyaya öykünüyorlardı.
Sistem böyle işliyor. Toplumun milli gelir artışı (GSMH) konuşulur ama gelirin adil dağılımı gündeme taşınmaz. Halbuki medeniyetin temel ölçüsü, gelirin ne kadar arttığından daha ziyade gelirin nasıl kullanıldığıdır. Devletçi bir anlayışın etkisi ile daha çok itaat kültürü gelişti. Bir yetki ve menfaat dağılımı var. Menfaati olanlar da manzarayı farklı gösteriyorlar. Alt gelir gurubuna da başkalarının varlığı ile övünmek kalıyor.
İstatistik dersi okuyanlar çok iyi bilirler ki, toplumsal araştırmalar ve istatistikler her türlü yoruma yatkındırlar. Dolayısı ile bu rakamları ilgili olan her yorumcu başka türlü yorumlayabilir, kuyruklu yalan masum kalır.
İtiraz ve itiraf (muhakeme etme) mantığı ile düşünenler gelişmelerin nedenlerini görüyorlar, eleştiriyorlar, ama genel eğilim böyle olmadığı için fazla yankı bulmuyor.
NEVZAT ÜLGER