DOKTORLAR ADİL ÇÖZÜM BEKLİYOR
Ağız ve Diş Sağlığı Hastanemiz 28 Şubat 2019 tarihi itibarı ile İdari ve Mali olarak Şehir Hastanesi bünyesinden ayrıldı. Bu ayrılma kararı henüz yeni olması nedeniyle önümüzdeki günlerde hastanenin idari yapılandırılması ile ilgili gerekli çalışmaları yapılacaktır elbette. Böylece bu hastanemiz bünyesinde görev yapan diş hekimleri ve diğer çalışanların yaşadıkları sıkıntılar çözüm yoluna girmiş ve böylece daha iyi hizmet verilmesinin önü açılmıştır. Elbette diş hastanesinden önemli şikayetlerin olduğunu ve çözülmesi gerektiği de unutulmamalıdır.
Şimdi de şehir hastanesinde görev yapan doktorlarla ilgili olarak oldukça önemli bir konu adil bir çözüm bekliyor:
13.03.2019 tarihli günlük mahalli bir gazetenin baş manşeti oldukça ilginçti: Şehir hastanesinde yirmi yıldır görev yapan uzman bir doktorun aylık maaşı 4.800 TL, aynı hastaneye yeni gelmiş sözleşmeli bir doktorun aylık maaşı ise 11.300 Tl. Bu adaletsizliğin giderilmesi yalnız hastanenin geleceği açısından değil, eşit işe eşit ücret prensibinin unutulmaması açısından da büyük önem arz ediyor. İşi bu kadar çığırından çıkaran bürokratlar adaletsizliği kabul ediyorlar ama “reisten” fırça yememek için konuyu düzeltme yoluna gitmiyorlar.
Aynı hastanenin hekimlerinin ve sağlık personelinin dinlenmesi ve şikayetlerinin giderilmesi için “hakkaniyetli” bir çözüm getirilmesi doktorların beklentisi. Siyasiler konu ile ilgili olarak malumat sahibidirler. Siyasetin görevi, taşradaki sıkıntıları merkeze taşıyarak çözüm aramak değil midir?
*
Yap-işlet-devret modelini değiştirmek mümkün olmaz mı acaba? İnşaat alanını/arsayı devlet olarak biz verelim, istimlak bedellerini de biz ödeyelim. Malzemeyi isterlerse dışarıdan getirsinler. Ama sonunda tesisler ortak olsun. Kârdan değil gelirden bir pay sermaye sahibinin, bir pay da devletin olsun. Bu ortaklık da isterse sonuna kadar devam etsin.
İşletmelerin hisse senetlerini çıkaralım, istediği kadar senedini satabilsin, isteyen alabilsin. Elbette bir yatırımı biz bizzat yapamıyorsak başkalarının yapmasını organize etmeliyiz. Bundan daha tabii bir şey olmaz. Sadece işletmede biz de söz ve pay sahibi olalım. Kat karşılığı gibi düşünmek gerekir diye düşünüyorum. Mülkiyet geçici bir süre de olsa elimizden çıkmamalıdır.
Bu konuda sermaye temini için sukuk (kira sertifikası) önemli bir çözüm olabilir kanaatimce.
*
Siyasette sağ geleneğin ve muhafazakar demokratların 1950’lerden beri değişmez mottosu “hür teşebbüs ve 1980 yılından beri de serbest piyasa ekonomisi”di. Gerçi sağ cenahta olduğunu söyleyen bazı partilerin devletçi ekonomiyi savundukları da bilinmektedir. O zaman şöyle denebilir; piyasayı serbest bırakalım ama regüle etmek için denetlemeyi de ciddi anlamda terk etmeyelim.
*
Her ülkede detayları farklı olsa da refah devletinin temel fikri ortaktır: Halkın aç ve açıkta kalmasını önlemek. Bu görev, derneklerin veya özel sigortaların değil hükümetlerin görevidir.
Fakat bu fikrin düşmanları da yok değil.
Bazılarına göre fazla annelik yapmak da iyi değil. Her ebeveynin bileceği gibi korumakla şımartmak arasında bir denge olmalı.
Eğer fazla korumacılık kişisel gelişimi engelliyorsa, bonkör refah devleti de ekonomik büyümeyi engeller mi?
Bu kulağa mantıklı gelen bir endişe. 2013’te yapılan bir araştırmaya göre dokuz Avrupa ülkesinde bu sorunun cevabı evet’ti.
Refah devleti pastayı ne büyütüyor ne de ufaltıyor. Ama pastanın dilimlerinin nasıl bölüşüldüğünü etkiliyor. Böylece eşitsizliği azaltıyor. O da bir şeydir.
Hem refah hem felah bir arada mümkündür unutmayalım.
NEVZAT ÜLGER