YAŞANMIŞ BİR KALKINMA HİKAYESİ
Geçmişte de günümüzde de çok konuşulan konuların başında “neden sanayileşemedik” sorusu geliyor? Çok değil, yüz yıllık bir süreye baktığımız zaman konu biraz açıklık kazanır zannederim.
Cumhuriyetin ilan edileceği yıl olan 1923 yılında toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde alınan çok ileri teşvik kararlarına rağmen girişimci de, sermaye de olmadığından özel sektörce yatırım yapılamamıştır. O dönemde sermaye genel olarak azınlıklarda vardı. Bu taşrada da böyleydi, merkezde de.
1931 yılında devletçe başlanan tekstil yatırımını gerçekleştirmek için “Sümerbank” kurulmuş ve bu banka kanalı ile hem yatırım finanse edilmiş hem de tekstil alanında yatırımlara öncülük yapılmıştır.
Buna paralel olarak aynı metotla “Etibank” kurularak madencilik alanında yatırıma başlanmıştır.
Yatırım kavramı ve nasıl olacağı konusunda yavaş yavaş fikirler gelişmeye başlamıştır. Mesela 1946 yılında Mehmet ve Ahmet Koloğlu kardeşler Elazığ’da “İktisat Bankası”nı kurmuşlardır. Nitekim bu gün ülkenin önemli işadamlarından Naci Koloğlu, babasının ve amcasının izinden giderek önemli bir noktaya gelmiştir.
Yatırımların önünün açılması için önemli bir enstrüman olan elektrik konusu önemlidir. Hatta sanayileşmede olmazsa olmazların başında elektrik gelir. 1954 yılına gelindiğinde elektrik yoksunu olan Türkiye’de bu sorunu aşmak için sekiz adet elektrik santrali kurularak çimento ve şeker fabrikaları kurulmuş, gübre ve et kombinaları faaliyete geçirilmiştir. Batı bu gelişmeden rahatsız olmuş ve bu atılımları yapan iktidarı, 1960 darbesi ile cezalandırılmış ve dönemin başbakanı ve iki bakanı idam edilmiştir.
Sonra 1968 yılında Keban Barajı yapılarak kalkınmanın motoru olan elektrik üretimine hız verilmiştir. Haksızlık etmeyelim; Süleyman Demirel’in 12 Mart 1971 muhtırasına muhatap olmasında Keban Barajı girişiminin etkisi yadsınamaz.
Daha sonra 1983 yılından itibaren Özal’la birlikte kalkınma ivme kazanmış, paranın tabana yayılması ile ülkede hem önemli bir orta sınıf oluşmuş, hem de Anadolu girişimcileri devlet teşviklerinden istifade ederek sanayileşme yolunda önemli mesafeler alınmıştır. Artık bu ülke kendi beşeri sermayesi ile barajlar ve fabrikalar yapabilir hale gelmiştir.
Bir yeniliğin dünyanın bir bölgesinde ortaya çıkmasından sonra bir başka bölgeye geçmesi için bu yeni bölgenin o yeniliğe ihtiyaç duyması gerekir. Mesela tekerlek oldukça önemli bir icattır; ama Mezapotamya’dan Mısıra geçmek için tam beşyüz sene beklemiştir.
Dünyada ilk demir çelik ocağı ve ray döşemesi ile rayların yürütülmesi Orta Asya’nın Kuzey bozkırında bulunan “Tuva” bölgesinde yapılmış ama buradan bir demir çelik medeniyeti çıkmamıştır.
Mesela buharlı makinenin icadı önemli olmakla birlikte, Stefanson ismindeki tüccarın bu makinayı kendi gemisine uyarlaması ancak toplumsal bir ivme nedeni olmuştur. Tüccarın bu buluşu kendisine büyük paralar kazandırırken, toplumu da makinalaşmaya doğru çekmektedir. Kraliçe onu saraya çağırarak iltifat ve teşvik etmiştir. Demek ki önce icat, sonra özel sektör, ardından devlet desteği. Devlet yöneticileri bu anlayışta olmalıdırlar.
Dr. Ziya Özel bu ülkede yaşamıyor artık. Yeni bir Nuri Demirağ yetiştirmeye çalışıyoruz. Yeni bir Necmettin Erbakan çıkması için kaç yıl beklemek gerekiyor?
Diyelim ki bu ülkede bir vatandaş önemli bir şey icat etmiş. Bu icat da bir müteşebbisin elinde büyük bir tesiste büyük bir firmanın markası olarak üretiliyor. Buradan kar doğuyor, istihdam doğuyor, dünyaya nam salan bir firma doğuyor. Buna girdiler sağlayacak başka işletmeler doğuyor, bunun çıktılarını başka sanayilerde kullanacak diğer işletmeler gelişiyor. Bunun rakipleri doğuyor. Çeşitli Saiklerle bunun benzeri başka rakip işletmeler doğuyor ve böylece kendi kendini besleyen bir sanayileşme süreci başlıyor ve bir daha durdurulamıyor.
Burada üç tane kırılma noktası var: Önce piyasa ekonomisinin hukuku güvenilir olacak, ikincisi kurumlaşma olacak ve nihayet hukuk devleti oluşacak.
NEVZAT ÜLGER