KÜÇÜLMEYİ KİM KABUL EDER?
Dünyada G-7 diye bilinen ülkelerin sayısını G-10 olarak tespit ettikten sonra, bu ülkelerin ekonomik olarak küçülmeleri konusunda sıkıştırılmaları gerekir. Aksi halde, isteyerek veya istemeyerek yaşamakta olduğumuz kapitalist sistem, şimdilerde “neoliberal” formatı adı altında dünyayı yaşanamaz hale getirecektir.
Ekonomik büyümenin gerekliliği varsayımının ölümcül bir şekilde hatalı olduğunu ve bunun acilen düzeltilmesi gerektiğini savunan bir kısım uzmanlar; “kapitalizm ile sınırsız üretim ve tüketim alışkanlığı, insanlığın gelişebileceği ortamın altını oyuyor” diyor.
Kısmi de olsa küçülme; eşitsizlik ve büyüme odaklı paradigmadan kaynaklanan çevresel yıkımla mücadele ediyor. Üretimin ve tüketimin azaltılması ve bununla birlikte insanlığın ve gezegenin tekrar “iyi” şeylerle dolması için çağrıda bulunuyor. Toplulukların kendi ekolojik imkânları içerisinde, yerelleşmiş ekonomilerin ve yeni demokratik kurumlar aracılığıyla kaynakların daha eşit dağıtıldığı bir gelecek için çağrıda bulunuyor.
Küçülen topluma varabilmek için öncelikle, insanları derdest eden bir distopya içerisinde yaşadığımızın farkına varmalıyız. Ardından yeni anlatılar inşa etmeli ve bastırılmış yerli topluluklar gibi sesi kesilmiş veya kenara çekilmişleri oyuna dahil etmeliyiz.
Bu süreçte hepimiz kalkınma anlamında; “İklimi değil, sistemi değiştir” diyebilmeliyiz.
Arazilerin madencilik için kamulaştırılmasını, politik gücü zapt etmiş kibirli elitlerin konsolidasyonlarını iyi anlamalıyız. Bazı elitlerin “kolay büyümesi”ni de anlamaya çalışmalıyız.
Mesela Hindistan’da gayri safi yurtiçi hasılada, geçen 20 yılda gerçekleşen büyüme 120 milyon yeni insanın işine ihtiyaç duyarken, ancak 3 milyon yeni iş alanı oluşturuldu diyor kaynaklar. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” nereye kadar.
Konu dinsel bir sorun olmakla birlikte, aynı zamanda bilimsel de.
Birçok bilim insanın hesapladığı üzere eğer büyüme yolunda ilerlersek bu yüzyıl içerisinde bir toplumsal çöküş gerçekleşecek. Karar vericilerin büyük kısmının hedefi sanki yerçekimi kanununu iptal etmeğe çalışmak gibi birşey.
Enerji konusunda alınan yol pek sağlıklı değil. ABD’de nükleer santral sayısı 99, Almanya’da 60.
Birçok yetkili geçen birkaç on yıl içerisinde özelleştirme ve devlet denetiminde meydana gelen azalmadan dolayı, varlıkların ve özellikle kontröllerde geri almaya ihtiyaç duyulduğunun altını çiziyor.
Süpermarketlere karşı yerel gıda kooperatiflerine bir öykünme başladı. Çünkü AVM’lerin tedarik zincirleri şeffaf değil ve çoğunlukla adil olmayan ticari uygulamalarla maliyeti doğaya, tüketicilere ve küçük üreticilere yüklüyorlar. Dağıtımı olan yerel organik çiftliklerle kendin yap atölyelerini birleştiren projelere ilgi arttı. Parayı anında ülke dışına çıkaran zincirlere birtakım sınırlamalar getirilmelidir.
Daha çok insan, artık yerel gıda ve “milli” gıda arıyor. Yerel ve ulusal otoriteler neoliberale mi ya da küçülme ekonomisine mi gitmeleri gerektiğini seçebilirler. “Bu sadece gıda ile ilgili değil, sosyal hayatın her alanı ile ilgili” deniyor.
Kaynaklar ve atmosfer kirletilirken, geç kalmadan önce yeterlilik ekonomisinin/Kanaat ekonomisinin alanı iyi tespit edilmelidir.
NEVZAT ÜLGER