KAVGA ABD’DE
Huntington kavgadan yana. Ancak pek de başarılı olamadı. Türkiye ve İspanya’nın organize ettikleri “medeniyetler ittifakı” medeniyetler savaşına imkân tanımadı.
İçinde yaşadığımız medeniyet Batı Medeniyeti’dir. Bugün dünyada çatışma Batı ile diğer medeniyetler arasında yaşanmaktadır. “Postmodern” lafı yanıltıcıdır. Çünkü bu medeniyet bitmemişti.
Sanayileşmenin en büyük ihtiyaçlarından biri de pazardır. Batı için de diğerleri için de üretilenleri satmak kolay iş değil. Bu işin arkasında küresel bir kültür var. İhtiyacı üretecek kültür arka planını meydana getirmek lazım. İktisadi emperyalizm başlamadan, eğitim-öğretim emperyalizmi söz konusudur. Bunun en güzel örneği Amerika’nın 1830’lardan sonra Anadolu’nun birçok şehrinde açtığı kolejlerdir. Keza Almanya ve Fransa’nın da aynı amaçla açtıkları kolejler vardır. Babalarının hayrına yapmadılar bunları. Buraya Batı kültürünü boca edecek ki burada üretilen mallara ihtiyaç duyulsun. Kültürünüzde birtakım tüketim alışkanlıkları yoksa buna alıştırılmanız gerekir. Sadece yiyecek içecek değil onun arkasındaki bütün kültür dünyası da gerekir. Eğitim ile geldiler ama basın yayın yoluyla yaptıkları propaganda ile devam ettiler. Hülasa, “Emperyalizm; sömürgeleştirilmiş ülkelerin değişime uğratılması hareketidir” diyebiliriz.
- yüzyılda Avrupa, dünyada hâkimiyetini tesis edip, dünya sistemini kapitalist iktisadi kültüre göre tasarladı. 18. yüzyıldan itibaren de İslâm âlemine galip gelmesinden sonra, Müslümanlar, olup biteni izah etmek için daha çok “ahlak” eksenli görüşler öne sürmeye başladı. Batı belki ahlaki değildi ama vatandaşlarının hepsi kanun karşısında eşit değil miydi? O halde çökmesi gereken sistemler adaletsiz olanlar değil midir?
Batı Medeniyeti de, çökmek yerine aksine medeniyetini tahkim edip, etki alanını genişletti. Diğer bir ifade ile kapitalizm doktrinini ve uygulamasını “Neo-liberalizm” adı altında yenilemeyi başardı. Neoliberalizm insanları mutsuz etmeye devam ederken, doğrusu zor kullanarak da olsa etki alanını genişletmeye devam ediyor.
ABD’nin “müzmin siyasetnamecisi” Huntington 1980’lerde “Batı için temel problem İslami fundamentalizm değil İslam’ın kendisidir” diyerek bilinçaltını sergilemişti. Aynı patolojik yargıyı 1990’larda da sürdüren Huntington, Batı’nın diğer medeniyetlerle girişeceği savaşın merkezinde yine İslam’ın yer alacağını ilan ediyordu.
Dedikleri gibi 2000’lerden sonra komünizm yerine İslam’ı hedef seçen ABD, kılı kırk yaran stratejik hesaplarına rağmen ummadığı darbeler aldı.
Bu asrın başında tek süper güç kalma hayalleri kuran Washington şimdi halkına şiddet uygulayacak kadar acze düştü. Batılıların üçüncü dünya için kullandığı “siyasi çürüme” ifadesi bugün ABD’yle özdeşleşmiş durumda. Fukuyama dâhil birçok sosyal bilimci, peş peşe yazdıkları “ıslahat layihaları” ile Amerikan yönetimindeki arkaikliği, oligarşik hantallığı, iş çevrelerinin lobiler yoluyla siyasette oluşturduğu sadist tekeli rapor etmek için yarışıyor.
En ciddi çıkış ise Princeton’dan geldi; ABD’nin demokrasi olmadığı, siyasetin halktan çok bir avuç zenginin çıkarını savunan ve onlar için kanunlar yapan bir oligarşiye dönüştüğünü vurguladı.
Görünen o ki, polisin siyahileri çekinmeden öldürdüğü “yeni dünya” sadece zincirlerle getirilen Afrikalılar için değil Avrupa’dan sürülen beyazlar için de bir cehenneme dönüşüyor.
Avrupa’daki krizleri de eklersek, ciddi bir “Batı sorunu” ile karşı karşıyayız. Değerlerini evrensel doğrular diye dayatan ABD ve Avrupa’nın bugün orta sınıfları fakirleşiyor, endüstrisi eskiyor, kentleri iflas ediyor, alt yapısı çürüyor.
Ülkeler eğitim sistemini finanse edemiyor, sağlık mekanizmaları zorda, siyaset işlerliğini kaybetti. Toplumsal katmanlar, kültürel ve sosyo-ekonomik bunalımın eşiğinde.
Avrupa’daki ırkçılık ile ABD’deki siyahilere yönelik “devlet şiddeti” nedeniyle patlak veren krizlerde de gördüğümüz üzere kutuplaşma ve ümitsizlik had safhada.
Rüyaları kâbusa dönüşen Amerikalılar, oyunu artık Asya, Afrika ve Ortadoğu’dan çok Ohio, Detroit, Ferguson veya Baltimore’da kurmak istiyor.
NEVZAT ÜLGER