NEDEN SİYASİ PARTİ SAYISI ARTIYOR?
Çok partili hayata geçtiğimiz günden beri siyasi parti sayısı her geçen gün artıyor. 1945 yılında CHP’den ayrılan dört milletvekili Demokrat Parti’yi (DP) kurarak, 1946 yılında yapılan uyduruk seçimi saymazsak ilk seçimde hemen iktidar oldular. Ancak yeni siyasi parti kurma çalışmaları hep devam etti ve 1950-60 arasında da birçok parti kuruldu.
1960 yılında yapılan bir “darbe” ile bütün siyasi partiler kapatıldı. İki yıl sonra siyasi parti kurma çalışmaları serbest bırakılınca yine çok sayıda parti kurulmuştu. Aynı nakarat 1980 darbesinden sonra tekrar oynanmış ve birçok parti kurulmuştu.
Şimdi yine bir veya birkaç partinin kurulacağından bahsediliyor. Konu üzerinde durmak, fakat çözüm üretmek gerekiyor.
Öncelikle iki konuyu hemen masaya sürmemiz gerekiyor:
-Her yeni parti kurulurken, güç elde etmesiyle birlikte, “Siyasi Partiler Yasası” ile “Seçim Kanunu”nun değiştirileceğinden bahseder ama gücü elde edince de bu söylediklerini artık gündeme taşımadığı gibi taşınmasından da hoşlanmaz. Mevcut düzenlemelerde milletvekillerinin halk tarafından aday gösterilmesi neredeyse imkansız gibidir. Parti Genel Başkanı ile dar çevresi milletvekili adaylarını belirler ve halka da “ancak bunlara oy verirseniz ülke düzlüğe çıkar” diye empoze ederler. Bu empoze edişte çok tesirli sloganlar ve propaganda şekilleri uygulanarak seçmenin oyu alınır. Aslında her şey yasaldır ama içinde halkın tercihi yok denecek seviyededir.
-Günümüzde bilgili ve lider profiline sahip çok insan yetişiyor artık. Bunlar da ülkeyi ben yönetirsem daha faydalı olurum diye düşünüyorlar. Ama önlerinde önemli bir engel vardır: Türkiye’de bir partiye genel başkan olan kimse, belli süreler için genel başkan olmaz. Türkiye’de genel başkanlık ölünceye kadardır. Bu işin istisnaları yok mu? Var elbette ama onlar da iktidar olma şansı gözükmeyen partiler için geçerlidir.
-Halkın (temsilcileri anlamında delegelerin) söz hakları belirlenirken, bu delegeler bu defa partilerin il yönetimlerince, belki de il başkanı ve 3-5 kişi tarafından belirlenmektedirler. Neticede orada da halk değil, halk anlamında 3-5 kişinin belirlediği bir çevre vardır. Böylece atanan il başkan ve üst kurul delegeleri merkezin emrinden çıkamayacağı için bu tablo hep aynı kalacaktır. Bu kurala uymayan il yönetimlerinin de, merkez kadrolarının da değiştirilerek yerlerine daha verimli ve güvenli insanların getirilmeleri elbette kaçınılmazdır.
-Milletvekilleri genel başkan ve yakınındaki dar çevre tarafından, delegeler ve hatta belediye meclis üyeleri ile il genel meclis üyeleri de il başkanları ve 3-5 kişi taraf belirlenmesine imkan veren “Siyasi Partiler Yasası” ile “Seçim Kanunu” değiştirilmediği sürece de bu uygulama devam edeceğe benzemektedir.
Konu uzatılmaya çok müsait ama neticeye gelelim:
Yeni yüzlerin kendi istekleri ile yönetimlerde yer almaları mümkün olmadığına göre, zannederim yeni partilerin kurulmalarının önüne geçilemez. Hele hele yeni sistemdeki “bloklaşma” üzerinden seçim kazanmak daha kolay olduğundan, yeni partilerin sayısı artmaya devam edebilir. Yeni partiler tutar ya da tutmaz, bu işin ayrı bir tarafı ama “bloklaşma”nın zorunlu hale getirdiği partilerin bir arada bulunma mecburiyeti yeni partilerin kurulmalarını teşvik eden en önemli neden gibi duruyor önümüzde. Yüzde birin altında oyu olan partilerin temsilcilerinin şu anda mecliste oldukları gözden uzak tutulmasın.
Geldik temel soruya; Seçim Kanunu ile Siyasi Partiler Kanunu değiştirilmeli mi, değiştirilmemeli mi? To be or not to be!
NEVZAT ÜLGER