YENİ BÜROKRAT NESİL 40 YAŞINDA
Eskiden Türk ve dünya klasiği romanları okumuş, şiir, edebiyat ve tarihten zevk alan, evinde kütüphanesi olan insanlara kültür insanı deniyordu. Şimdi bu format değişikliğe uğradı. Özellikle ABD ya da İngiltere’de yüksek lisans veya doktora yapmış, yabancı dil bilen, roman veya şiir okumaktan ziyade İngilizce dergileri okuyan, dünya borsalarını takip eden insanlara itibar ediliyor. Bu yeni nesil lüks lokantalarda yemek yemekten ve alternatif tatilden hoşlanıyor. Evinde dünyanın çeşitli yerlerinden getirdiği içecekleri misafirlerine ikram ederken her birinin öyküsünü ballandırarak anlatan bireylerden oluşuyor.
Bu yeni elit işyerlerine oldukça lüks arabaları ile gitmekte, genellikle avam takımının takıldığı yerlere yılda ortalama olarak 1-2 kez gitmekte, filmleri İngilizce orijinal dilinden izlemekte, Boğaziçi sosyetesini takipten hoşlanmaktadır.
Genellikle bahçeli evlerinde, barbekü partileri eşliğinde karşılıklı “yurtdışı anıları” veya “kotarılmış kredilerden” söz etmektedirler.
Buraya kadar anlattıklarımızı yapmak herkesin hakkı değil mi? Bence böyle yapmaları onların kişisel tercihleridir ve kendilerinin bileceği iştir.
Elbette bu tarz bir hayat stili kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. 1985 yılına kadar genellikle geleneksel bir hayat süren bürokratlar, bu tarihten sonra bu hattan kopartılmış ve kanuni olarak kendilerine çeşitli görevlerden ötürü ödenen yüksek maaş ve ödemelerle üst gelir gruplarının yaşadığı tarza yönlendirilmişlerdir. Toplumun geriye kalan görevlileri ile alt gelir gurupları da eski geleneksel hayatı yaşamaları için onlara da “muhafazakarlık şerbeti” içirilmiştir. Böylece tüm devlet örgütlenmesi zengini desteklemek üzerinden yeniden şekillendirmiştir.
Türkiye’de 1980 sonrası sadece ekonomi politikalarında köklü bir dönüşüm yaşanmakla kalmamış, başta bürokratik elit olmak üzere Türkiye yönetiminde söz sahibi olan insan unsurunun niteliği de köklü bir biçimde değişikliğe uğratılmıştır.
1980’li yıllara Türkiye, “70 sente muhtaç” ve yabancı borç yükü ile ulaşmıştı. Bu nedenledir ki Türkiye’nin ekonomik politikasının temeline, dış borcun çevrilebilmesi konusu hakim olmuştur.
Eski bürokratik kadrolar, borçlu bir ekonominin nasıl sevk ve idare edilmesi gerektiği konusunda yeterli donanıma sahip değiller diye, özellikle yurt dışından bürokratlar getirilmişti. Eskiler daha çok ulusal bir ekonomide verginin ve vergi gelirlerinin yeniden dağılımı üzerinden devlet politikasını idare etmeye alışmışlardı. Yeni nesil yöneticiler ise, Kamu kaynaklarını bir sonraki seçimleri garanti altına almak için dağıtmaya hazır siyasetçiler ile bu kaynaklardan nemalanmak için fırsat kollayan toplum katmanları arasına, yasalar-yönetmelikler yardımıyla bir tampon oluşturan ve kamu kaynaklarını görece koruma düsturu ile hareket eden hem toplumun hem de devletin koruyucusu olma iddiası ile hareket etmektedir.
24 Ocak 1980 kararları Türkiye ekonomisi açısından sadece ekonomi politikaları bakımından değil, bu politikaları yürütecek bürokratik elit bakımından da bir dönüm noktası oldu. Devletin yeni öncelikleri yeni bir bürokratik elite ihtiyaç duydu ve bu elit bu gereksinimi karşılayacak hatta daha fazlasını sağlayacak şekilde yetiştirildi. Bu yeni elit yabancı dil bilmeli, uluslararası kuruluşların (IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü vb.) çalışma tarzından haberdar olmalı, onlarla müzakerelere girebilmeli, uluslararası kuruluşların belirlediği uluslararası standartları yakından takip etmeli ve Türkiye’nin “ilerlemesi” için bu standartları Türkiye’ye hakim kılmak için kendisini yükümlü hissetmeliydi.
İlk önce DPT işlevsellikten çıkarıldı. Maliye Bakanlığının uzantısı konumundaki Hazine özerk bir Müsteşarlık haline getirildi. Böylece bu kurumların ve Merkez Bankası’nın başına bu yeni elitler atandı. Ülke için önemli kararlar bu kurumlarda alınmaya başladı. Bu yıllar ve takip eden dönemlerde BDDK, SPK ve diğer yeni ünitelerin başına hep bu yeni nesilden bürokratlar atandı.
Ülkede GSMH arttı ama yoksulluk ve yolsuzluk da arttı. 28 Şubat döneminde 26 banka battı. Kaybolan paranın 400 milyar dolarlar seviyesinde olduğu söylendi. Toplumda tanınmış birçok isim batık kredilerle anılır oldu.
Bu işlerde görevli olan bürokratlar ve kredi zenginleri, yine yurtdışına giderek yeni bilgilerle döndüler ve her biri çeşitli partilerde görev alarak ülkeye kendilerince hizmetler etmeye devam ettiler.
Tabi temel bir soruyu da cevaplandırmak gerekiyor: Dış borcun artmasını bu yeni nesil mi istiyor yoksa önleyemiyor mu?
NEVZAT ÜLGER