TÜRKLEŞMEK-İSLAMLAŞMAK-MUASIRLAŞMAK
Kavramların üçlü halde kullanılması Ziya Gökalp’e ait. Esasen cümle Cumhuriyet ideolojisini özetlemiş. Sonradan her gurup ancak bir ilkeye ağırlık vermiş. Milliyetçilerde Türkleşmek, kimlik olarak Müslüman etiketini benimseyenlerde İslamlaşmak ve Batıcılarda Muasırlaşmak söylemleri öne çıkmış. Ama esas olarak üç akım da dozları farklı olmakla birlikte genellikle üç etiketi birlikte kullanabilmiştir.
İslam dünyasının en az iki asırdır her alanda bir kriz içerisinde bulunduğu, herkes tarafından sürekli dile getirilir. Fakat krize çözüm bulunamaması, ileri sürülen nedenlerin (ve önerilerin) gerçekçi olmadıklarının kanıtıdır.
Kriz, bir çağdaş ‘düşünme’ ve onunla üretilen ‘bilim’ sorunudur.
Doğru düşünebilme konusunda sorunluyuz galiba. Konuya yaklaşım sağlaması açısından birkaç “üçlü” çıkaralım önce. Hani bir düşünür (Ortega Gasset) demiş ya; “Kavşağa gelmiş bir toplum kim olduğuna karar vermek zorundadır.”
Osmanlı’daki padişahlıktan Cumhuriyete geçerken ilk üçlüyü Ziya Gökalp ifade ediyor;
Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak.
Konuyu günümüz siyasetine taşırsak; CHP, MHP ve AK Parti.
Bir başka iz düşümü; Opera binası, kışla, cami.
1960 Türkiye’sinde üç entelektüel isim; Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Kemal Tahir.
Doğuculuk, Anadoluculuk, Batıcılık.
Belki daha değişik isimler de eklenebilir; Adsız, Necip Fazıl, Nazım Hikmet gibi.
Batılılaşma, yerleşik düzeni silmeye niyet etmişti. Belki de yerleşik düzenin ayakta kalma şartları kaybolmuştu. İlerici-gerici veya ilericilik-gericilik kavramları buradan siyasiler tarafından çıkarılmıştı.
1950 yılından itibaren ciddi manada köyden şehre göç başlamıştı ülkemizde. Tanzimatın da, sanayileşmenin de, rasyonelitenin de dayanağı şehir değil midir? Şehir medeniyet demektir. Önce köy, sonra şehir, ardından devlet. İlerisi İmparatorluk. İmparatorlukları Birinci Dünya Harbi ortadan kaldırdı.
Köy, şehir, devlet.
Nüfusumuzun %93’ü şehirlerde yaşıyor diyor TÜİK. (Büyükşehir kavramından dolayı)
Şehirleşme olmadan kalkınma olur mu? Belki yöneticiler için köy bir kolaylık sağlar ama kalkınmanın ve düşünce iklimine girebilmenin ön şartı şehirler ve şehirleşmedir. Tabi şehirleşme sağlıklı başarılamazsa “şehirde yaşayan köylüler topluluğu” meydana gelir.
Bu olguyu uzun bir zaman yaşadık. 1970 yılına kadarki Türk romanlarına dikkat edersek karşımıza hep “köy romanları” çıkar. Bu romanların da çoğu masabaşı çalışmalarıydı. Hatta o dönemdeki iktisadi kitapların yaklaşımlarına bakınca da “ATÜT” diye ünlenen Asya Tipi Üretim Tarzı modeli çıkar. O dönemdeki filmlere de dikkat çekelim isterseniz; zengin-yoksul, ağa-yarıcı, gazino çapkınlığı-köylü aşkları, (snop)züppe-delikanlı, maço-devrimci, zengin kız-fakir oğlan, yoksulluğa övgü-sermaye düşmanlığı. Tablo uzatılabilir ama maksat hasıl oldu zannederim.
Batı’da da önce Aydınlama sonra Fransız Devrimi ve arkasından da “Sanayi Devrimi” gelişmişti.
Şimdi yeni bir kavşaktayız. Bu kavşakta malumat sahibi olmak geçici bir popülarite sağlar ama esas olan “doğru düşünebilme metodu”nu bilmektir. Bin ya da dört bin yıl öncesinden bahsederken hala daha o dönemdeki düşünürün metodundan değil de, malumatından bahsediliyorsa, bu kavşaktan çıkabilmek biraz zor demektir. Düşünmek güzeldir.
Şunu kesinlikle ifade ediyor yetkilisi; “felsefe yapabilmek için ilahiyat bilmek olmazsa olmazdır.”
NEVZAT ÜLGER