2000 YILINDAN GÜNÜMÜZE AK PARTİ
28 Şubat darbesinin elbette birden fazla hedefi vardı ama siyasi hedefi Refah Partisi’nin kapatılmasıydı. Nitekim Refah Partisi hemen kapatılmıştı ama yerine Fazilet Partisi kurulmuştu. Çünkü milletvekillikleri düşmeyen yüzden fazla milletvekili vardı.
Fazilet Partisi içinde yapılan özeleştiriler sonucunda parti o günkü ismiyle “gelenekçiler” ve “yenilikçiler olmak üzere ikiye ayrılmıştı.Yapılan Genel Kurul sonucunda, yenilikçiler az bir farkla genel başkanlık seçimini kaybedince, 50 milletvekili Fazilet Partisinden ayrılarak milletvekili olmayan başka isimlerle birlikte 125 kişilik bir kurucular kurulu ile AK Parti ismi ile bir parti kurmuşlardı.
Gerek Refah Partisi’nin darbe ile iktidardan uzaklaştırılmış olması, gerekse topluma kalkınma ve adalet konusunda yapılan vaatler sonucu AK Parti (Adalet ve Kalkınma Partisi)’ye halk nazarında büyük bir ilgi sağlamıştı. Hatta denebilir ki, parti yönetimi çok ciddi oranda propoganda yapmak durumunda olsalardı, yalnız MHP, DSP, ANAP ve DYP değil, CHP dahi barajı aşamayabilirdi.
AK Parti 2002 yılının 3 Ekim’inde yapılan genel seçimlerde, oyların %34,5’unu alarak 369 milletvekili ile iktidar olmuştu. Siyasi gözlemciler yeni partinin “İslamcılıktan Müslümanlığa” geçtiğini (N.Göle; 2002) savunuyorlardı.
Aslında “kitleleri sindirmek için kafalara inen sopalar, tersine bir sonuca yol açmış ve kırmak için indiği kafaları tahrik ederek daha fazla çalışmasına sebebiyet vermiştir. (Hocaoğlu; 2002) Aslında olan şey düşük yoğunluklu bir devrimdi. Şöyle de söylenebilir; “uzlaşmaya yönelik iki taraflı adım.” Bir adım daha ileri giderek eski Devlet Bakanı M. Aydın; “Müslümanların liberal demokrasiyi öğrenme ve onunla barışma süreci” diye bir niteleme yapmıştı. (M.Aydın; 2000)
1999 yılında, Liberal Düşünce Topluluğu Başkanlarından (Anayasa Profesörü) Mustafa Erdoğan; “Liberalizmin İslam’la uyuşmasının Türkiye’de özgürlükçü/çoğulcu bir sosyo-politik sistemin yerleşme şansını artırır” diyordu. Hatta H. Karaman; “liberal demokrasi mevcutların en uygunu gibi görünüyor” ifadesini kullanıyordu.
Şimdi sorgulanması gereken konulardan biri de; İslami hareketin sivil toplumda yerleşip yerleşemediğidir. Tabi genel bir hüküm de şudur kanaatimce; İslam, irticanın kum torbası haline getirilmemelidir. Sistemi savunuyormuş gibi yaparak zenginleşmeye prim verilmemeli, olağanüstü durumlarda bu işin sürekli yapıldığı gözden uzak tutulmamalıdır. Din, din gibi, laiklik de laiklik olarak görülmelidir. Mevcut ekonomik sistem ciddi bir yapılanmaya gidilmeli, devlet üzerinden zenginleşmelere son verilmelidir. Aksi halde insanların kurumlara bakışı biraz “acaba” demeye başlıyor. Hele bu akçeli işlere karışanların toplum içerisinde itibarlı bir şekilde rahatça dolaşmaları ve devlet ricali tarafından herhangi bir işleme tabi tutulmamaları insanlar arasında “olacak şey değil” söylemlerine kapı aralamaktadır.
Müslümanlar da kendilerini “misyoner” olarak görmemeli, toplumun her kesimi ile örnek bir kişilik olarak irtibat kurabilmelidir. Bilim, edebiyat, sanat, spor, yoksulluğun ortadan kaldırılması, kozmik çevreyi koruma gibi konular, bence buluşma noktalarıdır. Bu alanlarda yapılan her ortak çalışma, toplumun her kesimini daha iyi ve daha kapsamlı sonuçlara ulaştırabilir.
Darbelerin oluşmasında dış güçler vurgusunu hiç ıskalamamak gerektiği gibi bir algı var. Nitekim AK Parti’nin yaptığı önemli işleri engellemek için bazen terör, bazen parasal konuların kullanıldığı artık yadsınamaz. Bu engellemeleri esas itibariyle partinin engellenmesi şeklinde değil, ülkenin engellenmesi şeklinde okumak daha sağlıklı sonuca götürür.
NEVZAT ÜLGER