DÜNYADA İLK ONA GİREBİLİRİZ
Konu kendi hayat standardımızı ilgilendirince ne çareler üretiyoruz. Ticarette, lüks hayatta, tüketimde, kredi bulmakta, alış-verişte nice yollar buluyoruz. Ama ötekinin hak ve hukuku oldu mu, kadın haklarında, temel özgürlüklerin kullanılmasında bütün kapılar kapatılıyor, herkes örfe ve geleneğe dört elle sarılıyor. Halbuki gelenek dediğimiz şeyi kendi şartları içinde oluşmuş tercihler ve imkanlar olarak değerlendirip, zaman ve mekan üstü olarak görmemek gerekir. Yani onları kendi bağlamından koparıp, değiştirilemez ve itiraz edilemez “nass” haline getirme gayreti içine giriyoruz. Halbuki her örf kendi dönemi ve şartları içerisinde haklıdır ve bugüne taşırken çok dikkatli olmak gerekir. Eğer bu dikkati gösteremezsek toplumsal ilerlemenin ve düşünce üretmenin önüne setler çekmiş oluruz.
Dikkatsizliğimiz yüzünden Müslümanlar son iki yüzyıllık sürede evrensel bir meydan okumayla karşı karşıya kaldı. İlimde, teknolojide, sanayide, ekonomik gelişmede, GSMH’da ve gelirin adil dağılımındaki sıralamada arka sıralara düştük. Çünkü değişimin hızını ve yönünü fark etmekte geciktik. Değişime kapıları kapamakla kendimizi koruyamayız, aksine çağın gerisine düşeriz. Arkaik toplumda yaşamak buna diyorlar. Gelişmeleri anlamaya çalışmak yerine her şeye laf yetiştirmeye çalıştık. Her şeye laf yetiştirmeye mecbur muyuz yani.
Karamsar bir tablo çizmenin peşinde değilim. Bu devlet dört yüz yıl dünyada dominant bir görevi başarıyla ve adilane yapabilmiştir. Çünkü en zor durumlarda bu toplum dışa karşı koymayı başarabilmiş bir devlet geleneğine sahiptir. Moğol İstilasını, Haçlı Seferlerini, Birinci Dünya Savaşının ardından dağılma risklerini nasıl atlattığımıza ilişkin oldukça zengin ve örnek bir mirasımız var.
Ekonomik ve ticari hayatın yeni boyutlar kazandığı, paranın oldukça farklı bir anlam kazandığı dünyayı iyi anladığımız oranda başarımız artar. Nitekim dünyanın gidişatı doğru okunduğu için İHA’lar, SİHA’lar, TANK ve PALET’ler ve YERLİ OTOMOBİL konusunda mesafe alabildik. 1930’lu yıllarda uçak da yapmış olmamıza rağmen muhafaza edemedik. Eğer muhafaza edebilseydik eminim ki hem bu bölge hem de bu ülke farklı bir yerde olurdu. İçimizde o kadar çok üç-dört kimlik taşıyan insan var ki, İsmet Paşa onlardan çok bahsetmişti 1963 yılındaki başbakanlığı sırasında.
Yerli otomobil bu ülkenin hem işsizlik problemini çözecek hem de kişi başına GSMH’sını 25.000 doların üstüne çıkaracaktır inşallah. Kore’nin yaptığı sıçramayı iyi anlamak gerekir. Yerli üretimi artırdığımız zaman 2050 yılının ilk on ülkesinden birinin de Türkiye olacağı tezimi bir defa tekrar etmiş olayım müsaadenizle. Türkiye’nin 2050 yılında dünyanın ilk on ülkesi arasına gireceğine inanan yabancı sayısı yerli insanımızdan fazla.
Cazibesi çok yüksek bir toprak parçasında yaşıyor bu ülke. Bu kadar terörün, bu kadar çekişmenin, bu kadar vekalet savaşının ardında yatan esas neden de ülkenin cazibesi ile tarihi geçmişi değil midir? Kalkınan Türkiye aynı zaman da kalkınan bölge, kalkınan İslam dünyası demektir. Dünya bunu çok iyi gördüğü için bu kadar baskıya muhatap oluyoruz. Unutmayalım olumsuzluklarının yanında bu baskıların ülkede birlik ve bütünlüğe de kapı aralayan bir tarafı var.
Mehmet Akif “Fatih Kürsüsünde” şiirinde Müslümanların ayaklar altında kalış nedeni olarak, bilimi terk kaderci bir tevekkül ile dinin maskaraya döndürülmesini gösteriyor. Ona göre tevekkül, akıl ve tecrübe doğrultusunda işleri tamamlayıp sonucunu Allah’tan beklemek gerekirken, Müslümanlar bunu terk ettiler. Tek çıkış yolu vardır; çalışmak, hem de nasıl?
İlham, rüya ve sezgiyi bilgi kaynağı olarak gören anlayışın yerine “aklı” önceleyen (Maturidi) bir anlayış gereklidir
NEVZAT ÜLGER