KALKINMA ÜZERİNDEN DİNİ TANIMLAMA OLMAZ
Zaman zaman düşünce adamı yetiştiremiyoruz değil elbette. Toplumun rahatladığı, insanların kendilerini daha serbest hissettikleri zamanlarda düşünce adamları daha rahat yetişiyor. Serbestlikle düşünme arasında doğru bir orantı vardır.
Kompleksli toplumlarda düşünce adamı yetişmez diyor işin erbabı. Nedir kompleksli toplum? Kendi toplumunu sürekli daha gelişmemiş, geri, bir şey beceremez görüp, kendi dışındaki dünyayı daha atılımcı, kalkınmacı ve düşünce üretebilir olarak gören bir anlayış. Yanaşma mantığı.
Adam durmadan soruyor. “Niçin İslam dünyası Batı’dan geri?” Soruya cevap vermek için otokritik /“iç muhasebe” yapmak yerine sürekli başka medeniyetlere öykünerek hem soru cevaplandırılamaz hem de şahsiyetsizlik başlar. Elbette başkalarının meziyetleri görülmelidir ama istifade de edilmeli değil midir?
Toplumu öyle bir noktaya getirdik ki, herkesin düşüncesinde iyi insan Batılı, kötü insan Doğulu. Pes yani. Bir defa resmin tamamını görmeye çalışmak gerekmez mi? Hitler, Mussolini, Tito, Trump, Stalin, Mao ve daha bazıları Doğulu mu, Batılı mı? Hem kalkınma üzerinden dini tanımlamalar yapmak da neyin nesi oluyor. Sakın esas maksat İslam’a karşı çıkmak olmasın?
Tarihin başından beri maalesef Türk toplumları hep “patrimonyal” bir anlayışı benimsemiş. Patrimonyal anlayışla idare edilen toplumlardan da elbette düşünce adamı çıkarmak, keçiboynuzundan şeker çıkarmak gibi bir şeydir. Çünkü vatandaş, vatandaş değil, kul kabul ediliyor. Birey olma şansı yok. Bireyin hukukunun çok belirgin olarak asla çiğnenmeden kabul edilmesi gerekmez mi? Can, mal, nesil, din ve akıl sağlığının korunması en temel insan hakları değil midir? Ama önce insan denilerek bireyin hukukunu netleştirmekle işe başlanabilir.
Bir karar vermek gerekir öncelikle; toplum insan merkezli mi olacak, bina-yapı merkezli mi? İkisi birlikte olamaz mı? Bunu beceremedik işin doğrusu. Son yüzyılda ikisi de yarım kaldı zannederim.
15.yüzyılda dahi kısa bir sürede “Kapalı Çarşı” gibi devasa bir yapıyı meydana getiren yönetim, Topkapı’dan daha görkemli bir yapıyı oluşturamaz mıydı? Pekala oluşturabilirdi. Ama toplumun yapısı ancak bunu kaldırabiliyordu.
Bu ülkenin elbette problemleri var ama imkanları da var. Bizim sağlıklı karar vermemiz gerekir: Biz bir “KOBİ” ülkesiyiz. Ona göre programlar yapılmalıdır. KOBİ ülkesi olmak işin doğrusu güzeldir de. Sağlıklı programlarla KOBİ yoluyla kalkınmak hem daha kolay, hem daha sağlıklıdır. Risk unsuru oldukça düşüktür. İnsanı ezmeyen bir modeldir. Toplum oluşturmak için güzel bir model.
Bilinenin aksine GANDİ, İngiltere’ye karşı savaşmadı, “Hindistan’ı oluşturmakla” uğraştı ve muvaffak oldu. Şimdi Gandi’nin o gün ortaya koyduğu ilkelere bakıyoruz, sanki bu gün söylenmiş. Niçin? Çünkü doğrulardan hareket ediyor, kompleksten değil. Gandi yedi büyük günahı şöyle sıralamaktadır:
1-Ahlaki ilkelere dayanmayan siyaset etme biçimi,
2-Üretmeden kazanmak,
3-Kişilik kazandırmayan eğitim,
4-Ahlak tanımayan ticaret,
5-Bilinçsiz-şuursuz eğlence,
6-İnsan merkezli olmayan bilim,
7-Takvasız ibadet.
Bu ilkeleri hangi topluma uygularsanız uygulayın hemen yerine oturacaktır. Kompleksli toplum olmayı bırakıp, evrensel doğruları anlamaya çalışmalıyız.
NEVZAT ÜLGER