MAZİSİZ VATAN OLMAZ
Yahya Kemal anlatıyor; “Gökalp, benim mazideki güzel eserlere ve olaylara ilgimi görünce bana dedi ki, neden mazideki eserlerle ilgileniyorsun, kendin ol. Harabatiyle meşgulsun, harabatisin, gözün mazide. Ben de ona dedim ki; “Ne harabi, ne de harabatiyim / Kökü mazide olan bir atiyim.”
Aslında maziyi vatandan ayırmak, ruhu bedenden ayırmak gibidir. Bizim Anadolu’da bin yıllık bir mazimiz var. 1040’larda Anadolu’ya gelen Selçuklular, 1055 yılında Çağrı ve Tuğrul Beylerin kabiliyet ve basiretiyle “Anadolu Selçuklu Devleti”ni kuruyorlar. Onların vefatından kısa bir süre sonra başa gelen Sultan Alparslan da 1071’de Malazgirt’de Romen Diyojen’i yenerek Anadolu kapılarını ardına kadar Müslümanlara açıyor.
Çok değil, bu olaydan 14 yıl sonra Çubuk Bey Harput ve havalisinde beyliğini ilan ediyor. Selçukluların bir uç beyi olarak 1111 yılına kadar Çubuk oğulları hanedanı idarede kalıyor. Bu tarihten sonra Artuklulardan Behram Oğlu Belek (Balak) Gazi ve hanedanı hüküm sürüyor. Belek Gazi çok renkli ve hareketli bir hayata sahip.
1234 yılından itibaren Selçuklular doğrudan Harput’u yönetiyorlar. Sonra İlhanlılar, Dulkadiroğulları, Akkoyunlular (40 yıl) ve Safeviler (9 yıl) idarede söz sahibi oluyorlar. Harput 26 Mart 1516 tarihinde Osmanlıların eline geçiyor.
Bu anlatımların ardından şunu rahatlıkla ifade edebiliyoruz: Vatan devletsiz, milletsiz ve dinsiz olamaz. Diğer bir ifade ile vatan milletle vardır. Yani milletin yerleştiği toprak vatan olur. Onun için şair, “Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır” demiştir.
İngilizler nasıl iz bırakacak seviyede Londra’da, Fransızlar Paris’te görünür olmuşlarsa, Türkler de İstanbul’da parlamıştır. Türkçe, İstanbul’da “dil estetiği”ne kavuşmuştur. Dünyanın 44 kavmine ait yetenekli ve kabiliyetli çocukları İstanbul’da Türk ve Müslüman yapılmıştır. Onlar da dünyada iz bırakacak eserlere imza atmışlardır. Mimar Sinan’ı kabul etmeyen bir çevre yoktur dünyada. Vd.
Kapalı Çarşı, Süleymaniye, Sultan Ahmet, Dolmabahçe, İshakpaşa Sarayı, Boğaz köprüleri, denizin dibinden geçerek kıtalar arası ulaşım yapan Marmaray, Beylerbeyi Sarayı ve daha yüzlercesini hep bu millet yapmıştır.
Bin yıldır Anadolu’dayız. O çok güçlü olan ne Cengiz bu kadar kalmış bu topraklarda ne de İskender. Çünkü onların estetiği ve merhameti yok. Bütün dünyaları vurmak, kırmak ve yıkmak üzerine. Halbuki, bizde mimari, estetik, hat, tezhip, musiki var. Zannederim en büyük eksikliğimiz düşünce üretemeyen tarafımız.
Geçen televizyonda Süleyman Seyfi Öğün de aynı doğrultuda bir cümle kullandı; “Dosyamız çok ama sistematik davamız yok.” Çok nefis bir tespit. Bundan ötürü de sistematik bir okuma yapamıyoruz. İnsan bir konuyu çok iyi bilmelidir. Ama her şeyi bilirim sevdasına düşerse insan hiçbir konuyu sadre şifa olacak derecede bilemez durumunda kalır. Hocanın dava eksikliği dediği bu olsa gerek. Yani bir konu üzerine yoğunlaşarak aranan bir kimse olamıyoruz.
Tekrar konumuza dönersek, bu vatan, atalarımızın külleri üzerine kuruldu. Bu konu uzak tarihimiz için de yakın tarihimiz için de böyledir. Ülkemizde elbette Roma dönemine ait eserler de var, Bizanslılara ait olanlar da var. Biz onları yıkmadık. Eski eserlere sahip çıkmamız gerekir. Mateessüf, Elazığ’daki insanın gözü, 1939 yılında Hurrem Müftügil tarafından yaptırılan ve on iki yıl önce yıktırılan “Elazığ Belediyesi Hizmet Binası”nı aramıyor değil yani. Çünkü o bina Elazığ’ın ilk betonarme binasıydı. Korunması gerekiyordu.
Konuya devam edeceğiz inşallah. Her neyse. İyi ki şiir de var:
“Gönüldendir şikayet, kimseden feryadımız yok.”
NEVZAT ÜLGER