ÖNCE YAPIMIZ SONRA YAPTIKLARIMIZ
Türkiye nüfusunun 10-39 yaş arasındaki varlığı, nüfusun % 55’i kadardır ve bu kitle genellikle İnternet ve akıllı telefon kullanıyor.
Bu yaş diliminde sosyal medya kullanımı % 95.
Bu kesimde “özgürlük-hak/adalet kavramı, kendi kararlarını verme eğilimi, bilgiye ulaşabilme yeteneği, karşılıklı etkileşim ve iletişim % 80’lerde. Daha özgürler ve telkinlerden fazla hoşlanmıyorlar.
Bu nüfus kesiminin etnik yapıya göre hareket etme eğilimi % 20’lerde. Zaten siyasi tercihlerde de bu durum çok açık.
Toplumun % 92.5’i şehir ve kasabalarda yaşıyor. (Bu rakama biraz ihtiyatlı yaklaşmak gerekiyor. Verilen rakam biraz da Büyük Şehir kavramıyla ilgili. Zannederim esas rakam % 75-76 olmalı. Ankara, Antalya, Adana, Diyarbakır, Maraş, Kayseri, Mersin, Urfa büyükşehir statüsüne sahip oldukları için köylü nüfusları yok sayılıyor. Çünkü nüfusun tamamı belediye sınırları içerisinde. Tabi burada temel bir soru halen cevap bekliyor; “Belediye teşkilatı bulunan yerlerdeki muhtarlıklar ne iş yapar? Bu yerleşim yerindeki muhtarlıklar belediye meclisi üyeliğine dönüştürülerek, muhtarlıklar iptal edilmeli değil midir?)
50 milyon kişi akıllı telefon ve mobil internet kullanıyor.
Günümüzde youtube’dan bilgiye erişim, klasik yayın vasıtalarının kullanımının çok önüne geçti.
Bireyin ve onun kararlarının bir hayli öne çıktığı; “yaygın iletişim teknolojileri, bilgiye kolay ulaşım ve bireyler arası yoğun etkileşim” akımı ülkemizde de yaşanıyor.
*
Osmanlı İmparatorluğu döneminde önemli mevkilere getirilen kişiler, yerlerini hak ederek bilgileri ve başarıları sayesinde konum alıyordu önceleri. Fakat zamanla fazla yer edinmiş kişiler konumlarına aile boyu sahip olabilmek için “beşik ulemalığı” sistemini getirmişlerdir.
Bu sisteme göre, mesela şeyhülislamlık görevine bilgi, birikim ve başarılarıyla değerli kişiler değil de şeyhülislamın oğulları alınır oldu. Yani şeyhülislamın çocuğu doğduğu andan itibaren şeyhülislam olma hakkına sahipti.
Tabi bu sistem sıkıntılar doğurdu. Çünkü babası bilgili, akıllı diye çocuğu da aynı derecede bilgi ve akla sahiptir diyemeyiz. Alimin oğlu da, sırf alimin oğlu olduğu için alim olmaz.
*
Postnişinlik, şeyhlik, mürşidlik gibi mânevî makamlara istişare yahut seçimle gelinir mi? Bir kimse, ehil olmadan, sırf oğlu yahut akrabası olduğu için o zâtın vazifesini devralabilir mi?
Seyyid Ahmed Rufaî Hazretleri buyurdu: “Tarîkat, şeyhlik ve evliyâ olma derecesi, dede ve babadan kimseye miras kalmaz. Çalışmakla olur. İbâdetle olur. Gözyaşı dökmekle olur. Müslümânları sevmekle olur.” Ne kadar güzel.
İmâm Rabbânî Hazretleri sahte şeyhler için şöyle buyurdu:
“Ermeyen bir şeyhin çevresinde bulunmak, onunla sohbet etmek ve ona bağlanmak, zehirli bir kılıç ile yaralanmaktan daha beterdir. Zehirli kılıç, insanın maddî hayatını alır; sahte şeyhler, insanın mânevî hayatını öldürür.”
*
Ülkemiz birçok sektörde sadece üretici konumunda olmayıp, artık ürün geliştiren bir konuma gelmektedir. Türk Cumhuriyetlerinde, Orta Doğu’da, Arap ülkelerinde ve iç pazarlarımızda, Türkiye’de üretilen ve tasarlanan ürünler artık daha çok tercih edilmeye başlanmıştır. Yerli firmalarımızın küresel rekabette çok daha kuvvetli olabilmek için fikir üretmeye, ürün tasarımına ve üretimine ihtiyacı var. Bunlar için de bir hayli zaman ve finansal kaynağa ihtiyaç duyulmaktadır. Şimdi bu ihtiyaçlar en aza indirgenebilir. Çin ve Japonya bu işte önemli örneklerdendir. (Tersine Mühendislik konusunu yazacağım.)
*
“Dün dünde kaldı cancağızım. Şimdi yeni şeyler söylemek zamanıdır”
“Birileri istiyor ki, çöllerin ortasında susuz bıraktıkları insanlar bize gül bahçesi sunsun.” Ne kadar köfte, o kadar ekmek değil miydi kural.
NEVZAT ÜLGER