SİYASET VE İSLAMCILAR
Batıcı ve Türkçü yapılanmadan Memduh Şevket Esendal tek partinin (CHP’nin) genel sekreteri, Yahya Kemal İspanya, Yakup Kadri Karaosmanoğlu İsviçre büyük elçileri, Nurullah ataç Çankaya Köşkünde çevirmen, Ahmet Hamdi Tanpınar üniversitede Profesör, Ahmet Muhip Dıranas devlette önemli mevkilerde bulunuyorlardı. Elbette sıkıntılı hayata rağmen yazanlar da yok değildi; Necip Fazıl Kısakürek, Nurettin Topçu, Kemal Tahir ve Sabahattin Ali gibi isimler bunlardan bazılarıydı. İşin garibi çekilen sıkıntıların farkına Batı sayesinde vardı inananlar. Nitekim 1960’lı yıllardan itibaren oluşmaya başlayan “Siyasal İslam” henüz çok net olarak siyasal söylemlerini yeni yeni oluşturmaya başlamakla birlikte, biraz da eklektik olarak oluşan kadroları toplum tarafından yavaş yavaş kabul görmeye başlamıştır.
Diğer siyasi akımların sadece modern görüntü vermek için taraftar oldukları kadın potansiyelini Türkiye’de ilk keşfeden ve onları siyasal hareketine dahil eden akım İslamcılardır. Bu tespitte ifadesini bulan “kadın figürü” Siyasal İslam’ın patlama yapmasının en önemli nedenidir. Milli Görüş hareketinin iktidara taşınmasında kadının rolü hiç de yadsınamaz.
1980 yılından itibaren, hatta Turgut Özal’la birlikte İslamcılar ilimde, siyasette, yatırım ve finans alanında biraz daha ağırlıklı olarak görünmeye başlamışlardır.
Mart 1994 yerel seçimlerinden sonra İslamcılar, yerel yönetimlerde, başta Ankara ve İstanbul olmak üzere söz sahibi oldular. Ülke kalkınmasını, Batıcı ve Türkçü kadrolardan daha maharetle, başarı ile toplumun tabanına da yayarak siyasi tavırlarını toplumda büyük oranda kabul ettirdiler. Bu durumun oluşmasında İslamcıların önemli çabaları ile birlikte, 1970 sonrasında toplumda insanları canlarından bezdirici kabul edilemez hale gelen siyasi ve ekonomik krizin de çok etkili olduğunu vurgulamak gerekir. Hatta modernite adına İslam’a karşı çıkanların fikir ve söylemlerine dikkat edilirse, neye karşı çıktıklarını bilmeyen bir kitleyi görürüz. Dayanakları fikirleri değil, güce inanmalarıdır.
“Kamu Alanı” gibi oldukça itici bir söylem icat ederek toplumun büyük katmanlarını, yaşadığı ve vergileri ile beslediği “mekanlara” girmelerine engel olan “ulusçu” kadrolara karşılık, İslamcı kadrolar “Anadolu İnsanı”nı devletle barıştırmış ve onların siyaset, ticaret, sanat ve kültürel alanlarda etkinleşmelerinin önünün açmıştır.
Batıcılar da 2002 yılına kadar Türkiye’de hakim güç olmakla birlikte, AK Parti’nin iktidara gelmesinden sonra etkinliklerini yavaş yavaş kaybetmeye başlamışlardır. Batıcı kadrolar savaşarak çekildikleri devlet mekanizmasına tekrar dönmek için Sarıkız, Balyoz, Ergenekon, 27 Nisan bildirisi gibi çok darbe girişimlerinin ardından dini formatlı 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişiminin de başarısız olmasından sonra önce iktidara yaklaşmışlar, ardından da devlet kadrolarına dönüş çabalarına devam etmişlerdir. Ulusçu kadroların iktidar partisi ile olan yakınlaşmasını bu pencereden okumanın mahzuru var mıdır acaba? Ayrıca bu olayların arkasındaki gücün “NATO’cu Küresel Vesayetçiler” olduğunu Cumhurbaşkanı yüksek sesle söylemektedir.
1950’lerden başlayarak günümüze kadar gelen bir süreç içinde siyasi sistem, yanlış tercihleri nedeniyle Siyasal İslam’ın hızla gelişmesine en az İslamcıların etkili söylemleri kadar yardımcı oldu. Özellikle 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde geliştirilen Türk-İslam sentezine dayanan politikalar, siyasal İslam’ın hızla gelişip güçlenmesine yol açtı. Bu süreçte İslami sermaye, sermaye transferleriyle politik faaliyetinin desteğini oluşturan önemli ekonomik yatırımlar gerçekleştirdi. İdeolojik yönelimini devlet ve toplum hayatının bütün alanlarına sokan siyasal İslam, dinin toplumsal etkisinden de olağanüstü derecede yararlanarak, siyasette önemli bir güç oldu. Siyasal İslam’ın gücü hem kendi çabasından hem de sistemin kendisinden kaynaklanmaktadır.
1995 seçimlerinde partisini Türkiye’nin birinci partisi yaparak, 1996 yılında Başbakan olan Necmettin Erbakan’ın bu yıllarda kurmayı başardığı D-8 projesi, aslında İslam ülkeleri arasındaki dayanışmaya önemli bir adımdı. D-8, D-160 vs. Gerçi dışa dönük olarak D-8 projesi ve içerdeki “havuz Sistemi”nin 28 Şubat 1977 post modern darbenin esas nedeni olduğu birçok siyasi gözlemci tarafından ifade edilmektedir.
Türkiye bu gün de yeterince; sanayileşme, ekonomik büyüme, sosyal kalkınma, demokrasinin gelişimi, özgürlükleri artırma, iyi eğitim, üstün teknoloji üretimi, ar-ge, robot teknolojileri, uzay çalışmaları, bilgi teknolojileri gibi konuların çözümünü henüz olgunlaştıramadı ama yapılanlar da küçümsenemez.
NEVZAT ÜLGER