SİYASET BİR MESLEK DEĞİLDİR
Önümüze konulan tek soruya cevap aranması isteniyor. Soru net: “Ben kimim?”
Aslında soru oldukça yanlış ve itici. Soru tamamen bireysel kimlikle ilgili. İçerisinde kazanım yok. Sadece anne ve babanızı, ülkenizi ve mensup olduğunuz kavmi hatırlatır bu soru. Soruda da cevapta da derinlik yok. Soru tamamen modern dünyaya ait. İnsanın derinliksiz olması istendiğinden, onun kazanımları üzerinden değil, içinde kendi emeği olmadan tamamen doğumu ile ilgili bir pozisyon. Kim anne ve babasını, doğum yerini ve zamanını, rengini ve şeklini seçmekte serbest ki? Bu soru biraz da insanın yaratıcı ile bağını koparmaya, sorumsuz bir hayatı yaşamaya yönlendirici boyutlara sahip.
Halbuki soru şöyle sorulsaydı daha kapsayıcı olurdu zannederim: “Ben neyim?”
Bu soruda kişinin kazanımları ile gelecekte neler yapması gerektiğine ilişkin cümleler saklı. Hatta yeryüzü ile semanın bağlantısı bu soruya verilecek cevapta mevcut. Neden yaratıldığınızdan, neleri yapmanız gerektiğinden, neleri yapamayacağınızdan, neleri yapmakta olduğunuza kadar her cevap bu soruya verilecek yanıtın içinde.
Günümüz dünyasında devam eden siyaset da biraz böyle. “Dün dündür, bugün de bugündür” cümlesine filozofik anlamlar yüklemenin peşinde siyasetçi. Halbuki bu felsefe biraz ilkesizlik, biraz oportünizm değil midir?
Bu gün ortaya koyduğunuz bir ilkeyi yarın değiştirerek, o ilkenin yerine başka bir ilkeyi ikame etme yoluna giderseniz bu ilkesizlik olur. Mesela dün gelirin adil dağılımından bahseden bir yönetim anlayışı, başka çıkar gurupları tarafından yapılan baskılar sonucu bu fikrini değiştirerek, ülkenin kalkınması için gelirin adil dağılımının iyi bir şey olmadığını, aksine gelirlerin birkaç kişide toplanması gerektiğinin kalkınmaya daha iyi hizmet edeceğinden bahsediyorsa, işte bu böyle bir şeydir. Dün sizi ilk fikirlerinizle beğenen taraftarlarınıza biraz kafa atmış olmak değil midir bu?
Ne diyor ilke; demokrasi aşağıdakilere bakar. Yani çoğunluk rejimidir. Halbuki çoğunluğu değil, gücü esas almıştır bu tercih. Kristalize bir cümle ile söylersek; “hayat kitabın gerisine düşmüştür”. Oysa hayatı kitabın gerisine düşürmek, “ben neyim” sorusunu soran ve cevap veren anlayışın amacı hiç değildir.
Siyaset popülizm üzerine kurulursa ilkeler kaybolur ve “dün dündür, bu gün de bugündür” gibi sorumsuzluk alanına dahil olur. Böyle olunca entelektüel, fikir imalatçısı, yeni çözümler üretenler değil, vesayet ve vesayetçiler kazanır. Oysa vesayet ve entelektüel ne kadar farklı değil mi? Gerçi anlık değişimler siyasetin doğasında var ama bu değişiklik sizin kırmızı çizgilerinizi aşındırıcı özellikte olmamalıdır.
Vesayete evet demekle, köklü ve kalıcı fikirler taşıyan, demokrasi ve özgürlük diyen partilerden ziyade depozit fikirleri aşamayan partiler toplumun üzerine çıkar ve fikir firar eder. İnsanların ekonomik kaygısı var ama biz hala ‘kardeşim bak biz sana laiklik getireceğiz’ dersek yanlış yaparız.
Şunu demek istiyorum; Türkiye’de ne yazık ki evrensel siyaset algısı göz önüne alındığında, sağ ya da sol nitelendirmeleri doğru yapılmıyor diyebiliriz. Günümüz Türkiye’sinde pragmatik ve popülist siyasetler geçerli hale geldi, bunun aşılması gerekiyor.
Siyaseti bir güç değil de bir görev alanı olarak görmek gerekir. Siyaset ömür boyu yapılacak bir meslek değildir. Sistemi oturtmak, genel evrensel ilkeleri yaptığınız siyasete uygulamak ve onunla yürümek lazım.
“Toplumların bir kahramana ihtiyacı vardır” düşüncesi psikolojik bir şey ama artık kahramana ihtiyacı olmayan bir toplum meydana getirmek gerekiyor.
NEVZAT ÜLGER