ŞEHİRCİLİK VE TURGUT CANSEVER
Merhum bilge mimar Turgut Cansever’i en azından isim olarak bilmeyen fazla kimse yoktur zannederim.
Turgut Cansever, bize ait ev ve şehir tipini de, modern Batı’yı da tarihi, felsefesi ve zihniyetine dayalı mimari uygulamalarını da hem iyi tanımış hem de üniversitelere derslerde, halka da yaptığı konuşmalarla anlatmıştır. Onun uzak Doğu felsefesi üzerine de önemli birikim sahibi olduğunu onun takipçilerinin yazdıklarından ve konuşmalarından anlıyoruz.
Yazıda kullandığımız “bize ait” kavramının, bizim insanlarımızın taleplerinin yine bizim mimarlarımız ve yapıcılarımız tarafından medeniyet kodlarımıza uygunluk anlamına kullandığımızı izaha gerek yok sanırım.
Esasen 2003-2004 yıllarında başlatılan ve sonraki yıllarda da devam ettirilen “yerinden yönetim” ilkelerinin güçlendirilmesine ilişkin düzenlemelerin, belediyelerin kaynaklarını artırdığını hepimiz biliyoruz. Daha sarih bir cümle ile “bütün mahalli ve müşterek nitelikli hizmetler yerel yönetimlere bırakılmıştır. Yerel yönetimlerden de daha çok belediyeleri ve il özel idareleri anlamak gerektiği bilinmektedir. Mesela belediyelerdeki bütçe ve kesin hesaplar, kadro ihdası, bazı meclis kararlarının onayı, bazı ihale işlemlerinin onayı gibi konularda vesayet sistemine son verilmiştir. Tabi burada bir konuyu da atlamamak gerekir; “mahalli idarelerin yetkileri artırılmış ancak merkezi idarenin yetkileri sınırlandırılamamıştır.”
Ülkemizde belediyecilik hala sorunludur. Otoriter yönetim tarzı nedeniyle, yol yapan, ağaç diken, çöp toplayan bir idare olmayı aşamadık. Halbuki belediyeler demokrasinin ilk adımı olmalıdır ama uygulamada çoğu belediyelerimiz belli görevleri yerine getiren bir idare olmayı aşamadı.
Bu konu aşılabilir mi? Zannederim baktığınız pencereye bağlı. Birkaç defa yazdığım Harput’un yaşanabilir bir mekan haline getirilmesi ile Sürsürü’nün eski yerleşim yeri gibi mekanların çok cazip hale getirilmesi mümkündür. Ama yerel yönetimlerin buna istekli olmaları gerekir.
Son beş yılda şehri sevimsiz hale getirmek için her şey yapıldı. Ama gidenin arkasından iyi şeyler söylenmeli diye bekleyenler oldukça az.
Yapacağımız iyileştirmeler insanlar için olacağına göre, insanların “insani” ihtiyaçları dikkate alınarak düzenlemeler yapılmalıdır. Bu işin nasıl olacağı biraz da bellidir. Önce yönetici kadronun istekli olması gerekir her şeyden önce. Olayı Batı insanı gibi görürseniz yapılacak düzenlemeler de bizim insanımıza sıcak gelmez. Eğer kendi medeniyetinizi samimi olarak benimsemişseniz benim keyfim böyle istiyor diyemezsiniz. Bizim peygamberimizin iki hususiyeti ve iki tavsiyesi diğer peygamberlere göre hikmettir: “Ferdiyetin yüceliği” ve “güzellik sevgisi.” Yani ferdiyetin yüceliğini göz ardı etmek insanı yalnız sevimsiz yapmaz, aynı zamanda sorumlu da yapar. Güzellik duygusu ise bir kızıl elmadır.
Bu şehir aynı zamanda gelecek nesillere de ait olacaktır.
Bu konuda yaşanmış bir olay anlatmak istiyorum. Yurtdışındaki bir vatandaşımızın iki kızı da başlarını örterek okula gitmişler. Öğretmen “bu şekilde sınıfa giremezsiniz” demiş. O veli de bir avukat tutarak hakkını arama yoluna gitmiş. Avukat bu örtünmenin inanç gereği olduğunu anlatmak için Kuran’ın Almanca mealini bulmuş ve okula gitmiş. “Her insan inancına göre giyinmek hakkına sahiptir” anayasa hükmü uyarınca okul müdürü veliden özür dilemiş ve çocuklar okula devam etmişler.
Şunu demek istiyorum; imar konusunda yapılacak işlemler bellidir. Konu fazla beklemeye alınıyorsa orada sıkıntılar olacak demektir. Almanya’da veya İngiltere’de bir konu bir avukatla bir günde çözebiliyorsa, biz de konuların aynı hız da çözümlemesi gerekmez mi? Uygun işe uygun adam bulunursa çözülür.
NEVZAT ÜLGER