BİR EYLEM PLANI
Türkiye’de son on yılda Cumhurbaşkanı “yatay şehirleşme” dedikçe bazı belediye başkanları adeta inadına “dikey şehirleşme” yolunu seçtiler. Elbette Cumhurbaşkanını ikna edecek gerekçeleri vardı ki dikey şehirleşmeyi fütursuzca uyguladılar.
Benim bildiğim kadarı ile İngiltere, Almanya ve ABD’de çok katlı konut inşa etmek yasak. 1, 2, 3 katlı konut inşa etmek serbest. Peki, filmlerde gördüğümüz o devasa çok katlı binalar neyin nesi derseniz, ilgilisi; onlar genelde ofisler, iş yerleri ve “yabancı veya fakirler” için inşa edilmiş yapılardır diyor. Hatta Almanya’da halen de öğretim üyeliği yapan Elazığlı bir profesör, Almanya’dan gezmek için beraberinde getirdiği bir Alman arkadaşına Denizli vilayetini gezdiriyor. Arkadaşı bir ara diyor ki; “hep fakir semtlerini gezdik, peki varlıklı insanların oturduğu mahalleleri de bir görelim.”
Bizde iki nedenden dolayı varlıklı olanlar da gökdelenleri tercih ediyorlar. Birincisi güvenlik, ikincisi de kültürel varlığımız henüz parasal varlığımızın önüne geçemedi. Tabi arsa problemini de unutmamak gerekir.
Aslında bizde “Aile Kurumu”nun yaptırdığı bir ankette de halkın yüzde 92.3’ü tek ve çift katlı bahçeli evlerde oturmak isteğinde bulunuyor.
Şehircilik açısından yeşil alanlar ikiye ayrılıyor. Biri aktif yeşil alan, diğeri de pasif yeşil alan. Aktif yeşil alan; ev hanımlarının, çocukların, yaşlıların gidip üzerinde oturdukları, annelerin çocuklarını gezdirdikleri ve yerel yönetimlerce güvenliklerinin 24 saat kontrol altında tutulduğu parkları anlatır. Pasif yeşil alan ise daha çok sporcuların üzerinde spor yaptıkları alanları anlatır. AB standartlarında öngörülen yeşil alan kişi başına 12-13 metrekaredir.
Aslında valilere kaymakamlık stajları esnasında “şehir ve sorunları” hakkında bir kurs verildiğini bu kademelerden geçmiş bir devlet büyüğümüzden dinlemiştim. Bu durum aslında belediyeler için çok büyük bir avantajdır zannederim. Şehir ve sorunlarını bilen valilerin birçok da çözüm üreteceği kuşkusuzdur. Onların bu birikimlerinden istifade etmek gerekeceği kanaatini taşıyorum ben. Bilgi en büyük rehberdir.
Yeni yapılacak binaların çatılarına kurulacak “GES” hem ülkeye hem de mekan sahiplerine bir avantaj değil midir acaba?
Yüzyıllardır yaşanmakta olan bir olayı (Turgut Cansever’in anlatımından) aktararak yazıyı bitirelim:
“Tunus’ta bütün kaleler sekizinci asırdan itibaren kerpiçten yapılıyor. Tunus’ta kerpiç nasıl yapılıyor diye sorarsanız; “toprağı kararsın ve içine alçı katarsın” diyorlar. Bir metreküp çamura 14 kilo alçı ve belli bir oranda da kum kattığınızda, elde edilecek kerpiçin/tuğlanın santimetre karesi 40-70 kg basınca dayanabiliyor. Oysa normal tuğlaların santimetrekaresi ancak 8-10 ton basınca dayanabiliyor.”
Eğer bir tuğla fabrikasıyla anlaşılarak bu tip tuğlalar yaptırılarak veya bu ölçüler içerisinde dışarıda kerpiç döktürülerek Harput’a 300 adet bir veya iki katlı “Harput Evi” yaptırılırsa hem maliyetler çok düşer, hem de yapılar uzun ömürlü olurlar. Örnek zaten verilmişti ve bu örneklerinde 1200 yıl öncesine ait olduğu unutulmamalıdır. Keza, Fırat Üniversitesi bünyesinde Mimarlık Fakültesi de açıldı. En azından onlar kendi hocalarını çok katlı bina yerine, bu kerpiçlerle yapılmış lojmanlarda oturtamaz mı?
Kredi komisyonları böyle ilginç projeler arıyorlar. Ayrıca AB fonlarının da bu tür projeler için çok cömert davrandığının altını çizelim. Olaylara ve kurumlara sürekli olumsuz ve yıkıcı bir pozisyon içerinde oldukları gibi bir bakışla bakmayı biraz daha pozitife çevirmek gerekir kanaatimce. Biz millet olarak önce tenkit ediyoruz, yakıp yıkıyoruz, sonra da aynı olayı destanlaştırarak kopyalıyoruz. Halbuki akıl duyguların önünde olmalı değil midir?
NEVZAT ÜLGER