KALKINMA OLMADAN NEYİ DAĞITACAKSINIZ?
Bir ülkenin kalkınabilmesi için “güçlü kurumlar” olmazsa olmaz kabul ediliyor. Bu konuya siyasetçiler de iktisatçılar da böyle bakıyor. Ancak kurumların olmasının yalnız başına yetmediğini, bunun için “sanayileşme” olgusunun da şart olduğunu ileri sürüyorlar. Hatta dünyada zenginleşmiş ülkelerin aynı zamanda sanayileşmiş ülkeler olduğuna dikkat çekiliyor. Elbette tabii kaynak zengini ülkelerinde varlığı kabul görmüyor değil. Ancak tarihteki zenginleşmenin hep sanayi olduğunu söylüyor kayıtlar. Tarım toplumlarını ne yapacağız peki?
Sanayileşmenin tesadüfü olduğunu söyleyen hiç kimse çıkmadı bu güne dek. Sanayileşme kavramı yokken de “üretim” üzerine geliştirilen politikaların zaten sanayileşmeyi getirdiğini görüyoruz. Geçmişte bazı devletler dokuma sanayinin gelişmesi için ham yün ihracatını ve mamul ürün ithalatını yasakladılar. Hatta gemi sanayisinin gelişmesi için yabancı gemilerin kendi limanlarına yaklaşmasını yasaklayan ülkeler oldu. Elbette bunlar sanayileşmek isteyen ülke yöneticilerinin belli bir politika izleyerek kararlılıklarını ortaya koyuyor. Hollanda, İngiltere, Almanya, Japonya ve ABD gibi ülkelerin sanayi tarihlerine baktığımız zaman bu ve benzeri konuları rahatlıkla anlayabiliyoruz.
-Peki, hem sanayileşmek, hem gelirin adil dağılımını sağlayabilmek için hangi politikalar takip edilmeli? Teknoloji, bilim ve yenilik anlayışları nasıl senkronize edilmeli? Gelirin adil dağılımı kalkınmaya engel midir?
-Girişimcilerin önemi ne kadardır ve bu işin neresinde olacaklar? Önce ticari girişimciler mi, sinai girişimciler mi olacak? Dünyayı değiştirenlerin sinai girişimciler olduğu kabul edildiğine göre, neler yapılabilir?
-İyi kalkınmacı devlet mi, iyi girişimci özel sektör mü vazgeçilmezdir? Aşırı devletçi politikalar kaliteli sanayicinin yetişmesine engel olur mu?
-Sonuç alıcı kalkınma atılımı için kaliteli sanayici yetiştirilmesine nasıl özen gösterebiliriz?
-Fakir ülkelerin hızlı kalkınma oranlarını kendiliğinden yakalayacağını ileri süren “Neoklasik Büyüme Teorisi” uzmanları doğru mu söylüyor? Yani ekonomi politikalarının önemi yok mudur? Daha çarpıcı olması için, bu anlayış hangi ülkeler için geçerlidir?
-Mutlu olmaktan ne anlıyoruz? Çok üreterek veya çok tüketerek mutlu olmak bir hedef midir? Bunu başaran insanlar mı mutlu oluyor, yoksa bunu başaran şirketler mi?
-Çok üretim yapmakla sömürgecilik ve köleleştirme arasında, çok tüketmekle de modernleşme arasında ne kadar ilişki vardır?
-Tüketim kültürü içerisinde, dindarla dindar olmayan insanın arasında farklılıklar var mı?
-Hedefimiz çok üretip çok tüketmek midir? Bunlarla mutluluk arasında ilişki nasıl olmalıdır?
-“Kapitalizm ile sınırsız üretim ve tüketim alışkanlığı, insanlığın gelişebileceği ortamın altını oyuyor” anlayışı doğru mudur?
-Para ve rahat yaşama tutkusunun insanları dönüştürdüğüne inanıyor musunuz? Para ve rahatlık, farklılıkları olumlu yönde mi, olumsuz yönde mi törpüler?
-Siyasetle sermaye arasında nasıl bir ilişki kurulabilir?
Sorulacak daha çok sorular ve verilecek cevaplar var elbette.
NEVZAT ÜLGER