KERBELA VAKASI ÜZERİNE
Kerbela vakasını yazmak doğru mu, işin doğrusu pek emin değilim. Çünkü bu konu toplumda genellikle bir tüketim malzemesi olarak kullanılıyor. Konunun meydana geliş şeklinden de anlaşılacağı üzere, ortada bir iktidar endişesi var ve iktidarı bırakmamak için peygamberin torununu öldürmekten çekinmemişlerdir.
Ne yapmıştı Hz. Hüseyin; İslami değerlere uymayan, Hz. Peygamberin ve arkasından gelen Hulefa-i Raşidin uyguladığı İslam siyaset geleneğine ters düşen, tahribatı tüm toplum kesimlerini ve Müslümanların gelecek yüz yıllarını kapsayacak olan bir yanlışlığa, zulme-zalime, hak ve adalet duygusuyla karşı çıkmıştır. İslam’ın evrensel değerlerini yeniden ihya etmek için yola çıkmış ve kutsal davası uğrunda şehit düşmüştür. Konu yalnız iktidar sahibi ile değil, o iktidardan nemalananlar açısından da iyi tetkik edilmelidir.
Hadisenin cereyan ettiği dönemde iktidarı elinde tutanlar, Hz. Hüseyin´in meselesini, davasını, yürüyüşünü anlama konusunda ciddi bir çaba göstermemişler ve ona karşı güç kullanmaktan başka bir şey düşünmemişlerdir. Ne yazık ki iktidarı oluşturanların basiretsizlikleri ve duyarsızlıkları neticesinde kıyamete kadar unutulmayacak bir facia ortaya çıkmıştır.
Hz. Hüseyin’e reva görülen muamele sebebiyle ağlamak ne kadar hürmete layıksa, bu acıklı hadiseyi doğru okuyup doğru anlamak, doğru sonuçlar çıkararak ibret almak ve toplumun bütünleşmesine vesile kılmak da o derecede hatta ondan daha ziyade önem taşımaktadır. Çünkü geçmiş ibret almak içindir. İnanıyoruz ki, Allah Rasulü´nün mümtaz torunu Hz. Hüseyin´in bizden beklediği ve istediği de budur.
Şam´da, Irak´ta, Yemen´de, Suriye´de dünyanın hemen her yerinde yeni kerbelâlar yaşanıyor. Müslümanların kanı akmaya devam ediyor. Müslümanların izzet ve onuru tarihte hiç olmadığı şekliyle bugün bizzat birbirleri eliyle yok ediliyor. Kendilerini haklı çıkarmak için buldukları gerekçeler de İslami değil iktidar sevdası üzerine kuruludur. Ama onlar hala hak-hukuk diyorlar.
Savaş, terör ve zulümden dolayı milyonlarca insan yerinden yurdundan, evinden barkından, hayatından oluyor. Çocuklar umutlarını, hayallerini, geleceklerini yitiriyor. (Diyanet İşleri E. Başkanı Mehmet Görmez’in Muharrem Ayı ve Kerbela Mesajından/2015)
Burada yeni bir yoruma kapı aralayabiliriz. Muaviye’nin yönetimi ele geçirmek için yaptığı görüşmeler ve terörü kullanarak yaptığı boyun eğdirme çalışmaları da bir derin devlet faaliyeti sayılabilir mi acaba? Çünkü iki olayda da aktörler yalnız başına Muaviye ve Yezid değil, güç ve rant peşinde olanlarla, iktidarlarının devamından yana olanlardır.
Mesela Kerbela olayı, aslında derin devletin bir icraatıdır. Kerbela’da yapılan operasyon, Yezid’in devleti, derin devletle yönettiğini, hatta yezid’e rağmen yönetimi elinde bulundurmak isteyenleri göstermektedir.
Hepimizin gururla bahsettiği Osmanlı’da da derin devlet var. Resmi olarak bunu II. Abdülhamit’le başlatanlar çoğunlukta ama olay o kadar basit değil. Sebebi de hepinizin malumu, Hafiye Teşkilatı. Kurdurduğu hafiye teşkilatı ile istihbari faaliyetlerde bulunmuş ve toplumu dolaylı da olsa yönlendirmeye çalışmıştır. Korku ve şüphe.
Ancak ondan çok önce de saray içinde derin devlet mevcuttu. Hanım sultanlar da sarayda derin devlet gibi çalışmış ve birçok alanlarda görünen devletin icraatlarını işlevsiz hale getirmişlerdir.
Merhum Aliya İzzetbegoviç: Savaş ölünce değil, düşmanına benzeyince kaybedilir diyordu.
NEVZAT ÜLGER