1908-2019 DÖNEMİNDE EKONOMİ VE SİYASET
Türkiye’deki ekonomik gelişmeler ile siyasi ve fikri gelişmeleri dönemsel olarak takip edersek, yükselişler ve durgunluklarla karşılaşmakla birlikte, seri halde lineer bir çizgi görürüz.
1908 yılından 1918 yılına kadar ülkenin idaresini İttihat Terakki’ciler yürütmüşlerdir genellikle. Bu dönemde başa gelen padişahlar da güçlü olmadıklarından, hem kolaylıkla savaşa girişimizi, hem de ülkedeki parçalanmayı bu ekibe zimmetlemek çok da yanlış olmaz. Osmanlı bu kadronun yönetiminde Sykes-Picot oyununu rahatlıkla yutmuştur. Ülke bu kadronun döneminde beş milyon metrekareden 780.000 kilometre kareye sıkışmıştır. Bir kasıt var demiyorum ama bu kadroyu masum gösterme derdinde olanlara da “ayıptır” diyorum.
1918 tarihinden sonra yapılan kurtuluş hareketlerini iyi anlamak için, bu hareketin İslam’la ilişkisini de iyi anlamak gerekir. Kurucu kadro içine dâhil edilmeseler de milis güçlerine önderlik eden sivil liderleri nasıl atlayalım. Keza Osmanlı coğrafyasından bu harekete maddi ve beşeri katılımları nasıl unuturuz?
1924 yılından 1946 yılına kadar olan dönemde iki önemli ekonomik faaliyetten bahsedebiliriz: Merkez Bankası ile Sümerbank’ın kuruluşu. Bu dönemdeki isimlendirmelerin aslında İslam öncesinden seçilen ünvanlar üzerinden yapılması, “seküler paganizm” hevesi olarak isimlendirilebilir. Ayrıca Vehbi Koç ve belki birkaç kişinin daha devlet eliyle ekonomik olarak milyoner yapılması da kayda değer olaylardandır. Dar kapsamda bir “Merkantilizm” uygulaması da denebilir. Bu yıllarda Yunus Nadi’ye örtülü ödenekten “Cumhuriyet” gazetesi kurdurulmuştur. Bu gazetenin inanan kesime karşı tutumu bu gün ne ise o günlerde de oydu. Ayrıca romanları, hikayeleri ve şiirleri yayımlanan bu gün de bazı kesimlerin özellikle referans gösterdiği birçok isim sadece “Batılılaşma” davetçiliği yapmış, İslam’la ilgileri ya hiç olmamış ya da dinin paganlaştırılması noktasında olmuştur. Bunların içinde saman alevi gibi hemen parlayıp sönenleri de vardır, kalıcı olanları da. Ama hepsinde de ortak nokta; büyük çoğunluğunun İslam’la barışık olmadığıdır.
Bu dönemde iki belirleyici/yönlendirici kurumdan da bahsetmek yerinde olur. Yeni sistemin ideolojisini köylülere anlatmak için Köy Enstitüleri ile şehirlilere anlatmak için Halk Evleri projeleri, ömürleri kısa ve toplumdaki algıları arızalı da olsa kayda değer kuruluşlardır. Hatta Halk Evlerini görünür kılmak için 1932 yılında Türk Ocaklarının kapatıldığını, kapatılan derneğin kadrolarının ve mal varlıklarının Halk Evleri kadrolarına aktarıldığını da kaydetmekte fayda var.
1908 yılından sonra oluşturulmaya çalışılan ulus-devlet sürecinde din / İslam, toplumda her kesimin ve devlet kurumlarının değil de adeta toplumun bir kesiminin meselesi olarak görülmeye başlamıştır. Bu tutum görünürde 1947 yılına kadar devam etmekte ise de, esas itibarı ile 20. yüzyılın üçüncü çeyreğinin başlarına kadar devam etmiştir.
1946 yılından sonra dış şartların zorlaması ile çok partili hayata geçilmiştir. Gerçi çok partili hayata 1920’li yıllarda muvazaalı da olsa geçiş yapılmak istenmiş ama görülen lüzum üzerine hemen vazgeçilmiştir. Bu dönemin belki de en kayda değer özelliği, 1908 yılından itibaren yavaş yavaş tasfiye edilen İslami hayat ve düşünüş tarzı, 1947’den itibaren “hibrit” olarak tekrar topluma iade edilmeye başlanmıştır. Çünkü görülmüştür ki, İslam’ın tasfiyesi toplumda içe kapanmaya ve fakirleşmeye neden olmuş, gelişmeyi durdurmuş ama Batıcılığı da bu toplumun çok büyük ekseriyeti kabul etmemiştir.
İkinci dünya savaşından sonra ABD merkezli olarak oluşturulan “Yeni Dünya Düzeni”, dahası Batı bloğu içerisinde yer almak isteyen Türkiye’nin NATO üyesi olabilmesi için; çok partili hayata geçmesi ve IMF ile Dünya Bankasına üye olması şartı getirilmiştir.
Çok partili hayata geçtiğimiz dönemlerde Demokrat Parti’nin de bastırmasıyla 1948 yılında İmam Hatip Yetiştirme Kursları açılmıştır. Bu hareket aslında siyasi bir yatırım ve tamamen sembolik bir hareketti. Bu arada Demokrat Parti hareketinin de yarıya yakın bölümünün muvazaalı olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Zaten Türkiye’de dönüştürücü hamle maalesef daima halktan değil, devletten gelmiştir.
Temel soru şu; parlamenter demokrasimizde partilerimizin hangisi “devlet” partisi değildir? Yani sivil oluşum diyeceğimiz partiler hangileridir? Besim Tibuk’un Liberal Partisi, Cem Uzan’ın partisi, Cem Boyner’in partilerinin de sermaye tarafından kurdurulduğunu not etmemiz gerekir.
1950 yılından sonra DP’nin iktidara gelmesi toplumun büyük kesiminde bir rahatlama meydana getirirken, köylülere toprak dağıtılması ile birlikte traktör sayısının artırılması da köylü kesiminde heyecan meydana getirmiştir. Keza ezanın aslına döndürülmesi de toplumda çok geniş bir rahatlama sağlarken, elektrik santralleriyle birlikte kurulan şeker ve çimento fabrikalarıyla ET-BALIK Kurumlarının yapılması ile fiziki yapılaşma konusunda değişikliğe gidilmiştir. (Devam edecek)
NEVZAT ÜLGER