• Anasayfa
  • Hakkımda
  • Eserler
  • Köşe Yazılarım
  • İletişim
Facebook
ÖNCE YAPIMIZ SONRA YAPTIKLARIMIZ
Kasım 25, 2021by Nevzat ÜlgerKöşe Yazılarım

ÖNCE YAPIMIZ SONRA YAPTIKLARIMIZ

ÖNCE YAPIMIZ SONRA YAPTIKLARIMIZ

          Türkiye nüfusunun 10-39 yaş arasındaki varlığı, nüfusun % 55’i kadardır ve bu kitle genellikle İnternet ve akıllı telefon kullanıyor.

          Bu yaş diliminde sosyal medya kullanımı % 95.

         Bu kesimde “özgürlük-hak/adalet kavramı, kendi kararlarını verme eğilimi, bilgiye ulaşabilme yeteneği, karşılıklı etkileşim ve iletişim % 80’lerde. Daha özgürler ve telkinlerden fazla hoşlanmıyorlar.

          Bu nüfus kesiminin etnik yapıya göre hareket etme eğilimi % 20’lerde. Zaten siyasi tercihlerde de bu durum çok açık.

         Toplumun % 92.5’i şehir ve kasabalarda yaşıyor. (Bu rakama biraz ihtiyatlı yaklaşmak gerekiyor. Verilen rakam biraz da Büyük Şehir kavramıyla ilgili. Zannederim esas rakam % 75-76 olmalı. Ankara, Antalya, Adana, Diyarbakır, Maraş, Kayseri, Mersin, Urfa büyükşehir statüsüne sahip oldukları için köylü nüfusları yok sayılıyor. Çünkü nüfusun tamamı belediye sınırları içerisinde. Tabi burada temel bir soru halen cevap bekliyor; “Belediye teşkilatı bulunan yerlerdeki muhtarlıklar ne iş yapar? Bu yerleşim yerindeki muhtarlıklar belediye meclisi üyeliğine dönüştürülerek, muhtarlıklar iptal edilmeli değil midir?)

          50 milyon kişi akıllı telefon ve mobil internet kullanıyor.

         Günümüzde youtube’dan bilgiye erişim, klasik yayın vasıtalarının kullanımının çok önüne geçti. 

         Bireyin ve onun kararlarının bir hayli öne çıktığı; “yaygın iletişim teknolojileri, bilgiye kolay ulaşım ve bireyler arası yoğun etkileşim” akımı ülkemizde de yaşanıyor.

                                                 *

         Osmanlı İmparatorluğu döneminde  önemli mevkilere getirilen kişiler, yerlerini hak ederek  bilgileri ve başarıları sayesinde konum alıyordu önceleri. Fakat zamanla  fazla yer edinmiş kişiler konumlarına  aile boyu sahip olabilmek için  “beşik ulemalığı”  sistemini getirmişlerdir. 
         Bu sisteme göre, mesela   şeyhülislamlık görevine  bilgi, birikim ve başarılarıyla değerli kişiler değil de şeyhülislamın oğulları alınır oldu. Yani şeyhülislamın çocuğu doğduğu andan itibaren şeyhülislam olma hakkına sahipti.
         Tabi bu sistem sıkıntılar doğurdu. Çünkü babası bilgili, akıllı diye çocuğu da aynı derecede bilgi ve akla sahiptir diyemeyiz.  Alimin oğlu da, sırf alimin oğlu olduğu için alim olmaz.

                                                       *

         Postnişinlik, şeyhlik, mürşidlik gibi mânevî makamlara istişare yahut seçimle gelinir mi? Bir kimse, ehil olmadan, sırf oğlu yahut akrabası olduğu için o zâtın vazifesini devralabilir mi?

         Seyyid Ahmed Rufaî Hazretleri buyurdu: “Tarîkat, şeyhlik ve evliyâ olma derecesi, dede ve babadan kimseye miras kalmaz. Çalışmakla olur. İbâdetle olur. Gözyaşı dökmekle olur. Müslümânları sevmekle olur.” Ne kadar güzel.
         İmâm Rabbânî Hazretleri sahte şeyhler için şöyle buyurdu:
         “Ermeyen bir şeyhin çevresinde bulunmak, onunla sohbet etmek ve ona bağlanmak, zehirli bir kılıç ile yaralanmaktan daha beterdir. Zehirli kılıç, insanın maddî hayatını alır; sahte şeyhler, insanın mânevî hayatını öldürür.”

                                                  *

         Ülkemiz birçok sektörde sadece üretici konumunda olmayıp, artık ürün geliştiren bir konuma gelmektedir. Türk Cumhuriyetlerinde, Orta Doğu’da, Arap ülkelerinde ve iç pazarlarımızda, Türkiye’de üretilen ve tasarlanan ürünler artık daha çok tercih edilmeye başlanmıştır. Yerli firmalarımızın küresel rekabette çok daha kuvvetli olabilmek için fikir üretmeye, ürün tasarımına ve üretimine ihtiyacı var. Bunlar için de bir hayli zaman ve finansal kaynağa ihtiyaç duyulmaktadır. Şimdi bu ihtiyaçlar en aza indirgenebilir. Çin ve Japonya bu işte önemli örneklerdendir. (Tersine Mühendislik konusunu yazacağım.)

                                                   *

         “Dün dünde kaldı cancağızım. Şimdi yeni şeyler söylemek zamanıdır”

         “Birileri istiyor ki, çöllerin ortasında susuz bıraktıkları insanlar bize gül bahçesi sunsun.” Ne kadar köfte, o kadar ekmek değil miydi kural.

                                                                                                                                                                                                       NEVZAT ÜLGER       

Read More
YEREL KALKINMA DİNAMİKLERİ
Kasım 25, 2021by Nevzat ÜlgerKöşe Yazılarım

YEREL KALKINMA DİNAMİKLERİ

YEREL KALKINMA DİNAMİKLERİ

       

Benim 2000 yılında hazırladığım “Kalkınma Yolunda Bir Şehir; ELAZIĞ” isimli kitabım üzerinden, bir başka gazetede köşe yazarlığı yapan bir arkadaşımız önemli değerlendirmeler yapmış. Gerçi kitabı benim üzerimden değil de, kitabın maddi yönünü karşılayan STK üzerinden tanıtmış ama önemi yok. Önemli olan kitabın 20 yıl sonra da ilin kalkınması üzerine düşüncelere davetiye çıkarıyor olması.

         Şimdi de hem yeni düşüncelere kulaç atmak, hem de ilin kalkınmasını yeniden düşünmek üzerine eski bir makalemi güncelleyeyim müsaadenizle.

         1-Mevcut kaynaklar etkin ve verimli kullanılıyor mu?

            a-Swot analizler güncelleştirildi mi?

            b-Yerel imkanların olumlu yönleri iyi tespit edildi mi?

            c- Uluova ve Kuzova sulamalarını başarabildik mi?

         2-Koordinasyon ve güç birliği yeterince sağlanıyor mu?

             a-Yeni Belediye Başkanı, Vali, ETSO ve diğer STK’lar arasında verimlilik adına uyum var mı?

            b-STK’lar hala anlamadıkları siyaset üzerine mi odaklanıyorlar, yoksa kendi konularında uzmanlık seviyesinde raporlar hazırlayıp etkili ve yetkili yerlere veriyorlar mı?

         3-Kalkınma ve yatırım hedefleri iyi tespit edildi mi?

            a-Nitelikli büyüme mi isteniyor yoksa sayısal bir kalkınma mı?

            b-Hangi hedefler bireysel ya da genel olacak?

            c-İnovasyon ya da AR-GE çalışmaları nasıl ve kimlerle yapılıyor? 

         4 İzleme stratejisi etkin olarak yapılıyor mu?

            Valilik ve belediye ilgili yerlere yazılı uyarılarda bulunuyorlar mı?

         5-Neler hedefleniyor?

            a-Bir yatırımın nasıl yapılacağına ilişkin bilgilendirme yapılıyor mu?

            b-Tarihi kent (Harput) için neler yapılıyor? Harput hala bir tüketim malzemesi olmaya devam mı edecek?

             c-Yalnız tüketici bir sınıfla kalkınmak mümkün mü?

         6-Yerel medyanın rolü nedir?

              a-Hesap sorabiliyor mu?

              b-Hedef ilkeler mi, benden olsun anlayışı mı?

         7-Şehrin insanları yerel ve geleneksel ürünlerini haftada bir gün doğrudan tüketici ile buluşturma, sergileme ve satma imkanına (bir satış yerine) sahip mi? Ev hanımlarının üretimleri yok mu? “Ev’de çalışma” için projeler oluşturulamaz mı? (İşsizliğe çarelerden biridir. Yani yapılabilinir.)

         10-Kentleşme sürecinde her mahalleye bir okuma salonu ve çay salonu yapılıyor mu? Spor salonu sayısı artırılamaz mı?

       11-Parasının olduğu bilinen veya tahmin edilen insanlarla toplantı yapılıp yatırımın niteliği ve niceliği anlatılıyor mu?

        12-Kültür Belediyeciliği konusunda adımlar atılmaya başlandı mı? Belediye, memur ve küçük esnaf anlayışının dışına çıkmalıdır artık. Eylem görmek istiyor insanlar. Belediye görevlileri her şeyi biliyorum anlayışından kurtulmalıdırlar. Öyle olsaydı şikayetler olmazdı en azından.

        13-Bazı müdürlükler hem personel bazında hem de anlayış bazında yenilenecek mi? Yenilenmesi gerektiğini kabul etmek için mutlaka hukuksuzluk gerekmez. Yetersiz hizmet bir değiştirme nedenidir. Yeterli olsalardı şimdiye kadar bir şeyler ortaya konabilirdi. (Mesela ilimizde Müze var mı?)

        13-Bu güne kadar Elazığ’ın kalkınmasını yeterince sağlayamayan mevcut kadrolarla yola devam edilecekse, şimdiye kadar neden başarılı olunmadı?

        15-Kalkınma insan için ve insanlar tarafından yapıldığına göre, kalkınmanın insan yüzlüsü üzerine hazırlıklar yapılmalıdır. (Son on yılda Elazığ gelişmişlik sıralamasında on basamak gerilerken, Erzincan ve Bingöl ilerleme kaydetti. Acaba neden?)

                                                                                                                                                                                                       NEVZAT ÜLGER       

Read More
BAHATTİN DANIŞ’IN VEFATI VE İMAM EFENDİ
Kasım 25, 2021by Nevzat ÜlgerKöşe Yazılarım

BAHATTİN DANIŞ’IN VEFATI VE İMAM EFENDİ

BAHATTİN DANIŞ’IN VEFATI VE İMAM EFENDİ

        Elazığ’da yaşayıp yaşı kırktan fazla olanların çoğu rahmetli Av. Bahattin Danış’ı tanır. Bahattin Bey bir dönemin ünlü bir avukatı, kötülük bilmeyen çelebi bir insandı.

        Ahmet Bahattin Danış 1937 /Karakoçan doğumludur. Karakoçan eşrafından Abdurahman Bey ile İmam Efendi (Osman Bedreddin Erzurumi)nin kızı Nuriye Hanımın çocuklarıdır.  Kendisinin dört tane de kız kardeşi vardır. Halil bilginoğlu ve Giyasettin Erdem enişteleridir. Kendisi İmam Efendi’nin torunudur. Meraklısı için kaydedeyim; İmam Efendi’nin Bahattin, Muhittin, Nurettin ve Ziyaeddin adlarında dört oğlu ve Nuriye isminde de bir kızı vardır. Elazığ’da en tanınan oğlu eski Ağır Ceza Reisi Ziyaeddin Uz Bey’dir. Ziyaeddin Uz Beyin de dört kızı ve bir oğlu vardır. Kızları Mualla Hanım Tahir Öztürk’le, Semra Hanım Selahattin Pamukçu ile, Hülya Hanım Mehmet Kaymaz ile evli olup dördüncü kızı da Nejla Hanımdır. Oğlu ise Milli Savunma Bakanlığı Kalite Yönetiminde görevli kimya mühendisi Mehmet Beydir.

         Bahattin Danış 1961 yılında Hukuk fakültesini bitirmiş, stajının ardından 1962 yılında da avukatlığa başlamıştır.

       Bahattin Bey 1962 yılında, Çemişgezek’te savcı olan dayısı Ziyaeddin Uz Beylerde misafir olarak bulunduğu sırada, gördüğü bir rüyaya atıf yaparak iki güzel ve hayırlı olayı gerçekleştirmiştir. İlki dayısının evinde misafir bulunduğu o günde, dayısının komşularının kızı Leyla Hanımı görür ve beğenir. Elazığ’a dönünce annesine, dayılarında misafir olarak bulunduğu sırada gördüğü “Leyla Hanımla evlenmek istediğini” söyler. Belli girişim ve merasimlerin ardından da evlenirler. Bahattin Beyle Leyla Hanım’ın Ömer, Selami ve Eyüp adlarında üç erkek evlatları vardır. Ömer Danış ünlü bir müzisyendir. Bahattin Bey sonraları “Bahai” mahlası ile “Hayatımın Gazeli” diye bir şiir yazar ve orada eşinden bahsederken;

         “Derd-i dilim anlatsam herkes beni Mecnun sanır /

         Aşık-ı Leylayem ben, aşkım beni sağar, bardağ eyler .“ diyerek sevgisinin şiddetinin devamına vurgu yapar.

        Misafir olarak bulunduğu Çemişgezek’te, dedesi olan Nakşi tarikatının meşhur Şeyhi İmam Efendi için “DEDEME” diye bir şiir yazar. Aslında orada gördüğü bir rüya bu iki olayın da sebebi olur. Bahattin Bey’in dedesi Nakşi şeyhi İmam Efendi;  Halid-i Bağdadi,  Ali Septi, Mahmud-u Samini silsilesinin, kendi vefat tarihi olan 1924 yılına kadarki şeyhidir. İmam Efendi Çemişgezek’te 16 yıl imamlığın ardından Harput’a yerleşmiş ve ömrünün sonuna kadar Harput’ta kalmıştır. Bahattin Danış’ın gördüğü rüya üzerine dedesi İmam Efendi için gazel tarzında yazdığı bu şiirini kendi el yazısından hiçbir değişiklik yapmadan bu makaleye aktarıyorum:

                          DEDEME

Gönül mir’atına baktım da artık pası tutmuş

Gönül kuşlarına sordum da ona yası tutmuş.                       

      Ol yârin yakınıyam; lâkin çok uzaklardayım

      Gittiği nurlu yolu hep gayrın eşhâsı tutmuş.                     

Etrafında hep halka olanlar cemâlinde

 Tatmışlar vuslat şarabından bolca, tası tutmuş.                        

     Hasta gönüller fedâ olmuş önünde diz çöküp

     Bu hakikat yolunu müridan nası tutmuş.                    

Gönlümün münzevi mabedinde mihraba doğru

 İncizaba kapılıp Hâlık’ın ziyâsı tutmuş.                              

     Görmemiş derd-i dil nûr-i mübin yüzünden

     Dünya ve ukba tahtında “O”nu Mevlâsı tutmuş.                       

Dil-i bimârına devâ arama tabiplerden

 Hasta gönüllere merhem diye duası tutmuş.                       

     Cemâl-i yâri temaşa ki nasip olmayacak bize

     Seni bu vecde gark eden ulvî rüyâsı tutmuş.                         

“Gülizar”ındaki pınardan bir katre içenler

 Kalplerini onun hakiki tecellâsı tutmuş.                         

     Gönlümün mabedinde tetviç eyle rehnümânı

     Sezadır bu taç ona, seni “O”nun davâsı tutmuş.                        

Kalmış şimdi ehli “Gülizar” onsuz artık uzlette

Bu hicranzede gönlü zerre-i nûr-i inikâsı tutmuş.                        

     Cemâl-i yâre ukbâda eğer visal istersen Bâhâ

     Yolunda gidenler mekârim-i ihlâsı tutmuş.

         Şiir 16 Ocak 1962 tarihinde Çemişgezek’te yazılmış. Yine meraklısı için şiirde geçen “Gülizar”, sonraları neşredilen İmam Efendi’nin manzum yazılarının bulunduğu “Gülzar-ı Samini” adlı kitabının adıdır.

         Bahattin Danış’ı yazmak işin doğrusu hem kadirşinaslık adına hem de birçok insanı yad etmek adına iyi oldu. Bahattin bey 23 Temmuz 2019 tarihinde vefat etti. Allah rahmet etsin.

                                                                                                                                                                                                       NEVZAT ÜLGER       

Read More
TARİH ALÇAKLARLA DOLUDUR
Kasım 25, 2021by Nevzat ÜlgerKöşe Yazılarım

TARİH ALÇAKLARLA DOLUDUR

TARİH ALÇAKLARLA DOLUDUR

        1915’te Arabistan yarımadasını ele geçiren İngiltere, Osmanlı’ya karşı ayaklanan Mekkeli Şerif Hüseyin’i destekleyerek Irak ve Filistin toprakları üzerinde kendisine bağımlı bir Arap devleti kuracaktı. Yalnız İngiltere değil tabi, anlaşmanın ortakları arasında Fransa ve Rusya da vardı.

        Evdeki hesap her zaman çarşıya uymuyordu. Neticede üzerine yıkıcı hesap yaptıkları bu ülke, bir milyon şehidi olan, 1050 yılından bu tarafa da İslam için mücadele eden bir devletti. Bu devletin imkanları ile büyüyüp, sonra da bu devletin zayıf zamanında onu düşmanlarıyla bir olup planlar yapanları, Allah kahhar sıfatı ile kahretti.

        Şerif Hüseyin’in kendisi ve çocukları üzerine yaptığı çıkar ve ihanet hesaplarını, Lawrenslerle birlikte kurduğu oyunları Allah bozdu.

        Mekke Şerifi Hüseyin ile Mısır’daki İngiliz Yüksek Komutanı Mc Mahon arasında gizli bir antlaşma imzalanmıştır. Fransa böyle bir plana karşı çıkıp İngiltere’ye baskı yaparak yeni bir antlaşma yapılmasını istedi. Rusya’nın onayı ile imzalanan bu yeni antlaşma ile Osmanlı’nın elinde kalan Anadolu toprakları bu üçlü arasında pay edilecekti.

Yapılan anlaşmanın Şerif Hüseyin ve çocuklarına ait bölümüne göre:

        Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah, ilk Ürdün Kralı oldu. Hesap buraya kadar tuttu, ama bundan sonrasını takip edelim.

        Kral Abdullah, sonra bir suikastta hayatını kaybetti.

        Yerine geçen oğlu Tallal, akıl hastalığına tutuldu, ömrünü İstanbul’da Şifa Yurdu’nda tamamladı.

        Şerif Hüseyin’in diğer çocukları Irak Kralı ve veliahdı oldular, oldular ama uğradıkları askeri darbede feci şekilde öldürüldüler.

        Şerif Hüseyin’in kendisi Vehhabi ayaklanması üzerine Hicaz’dan kaçtı, İngilizler tarafından Kıbrıs’ta alıkonuldu. Hastanede hayal kırıklığı, aşağılanma ve acılar içinde söylediği sözler dikkat çekicidir. İbretle okuyalım:

        (Yıl 1942. Kral I. Abdullah, babası Şerif Hüseyin’le yaşadığı bir anıyı anlatır. Yer Kıbrıs’da hastane:

        “Babam çok ıstırap çekti. Bir gün, saray bandosu bahçede konser veriyor. Hava sıcak, pencereler açıktı. Bir ara bando hepimizin bildiği İzmir Marşı’nı çalmaya başladı. Babamın birçok eski hatıralarının canlanmasını önlemek için pencereyi kapattım…”

        Pencerenin açılmasını isteyen Şerif Hüseyin diyor ki:

        “Evlat, neden o pencereyi kapatıyorsun? İzmir Marşı’nın eski günleri bana hatırlatmaması için değil mi? Ben velinimetine ihanet etmiş âsi bir kulum, günahım büyüktür. Kral olacağımı sandım, Tanrı beni sürgünlüğe düşürdü, hasta oldum, buraya sığındım…”

        Abdullah, babasının sözlerini F. Cemal Erkin’e aktarmaya devam ediyor:

        “Pencereyi aç, şu marşı dinleyeyim, duyduğum vicdan azabının şiddeti, o eski hatıraların canlanması ile büsbütün artsın. Bu dünyada çektiğim ıstıraptan artan vicdan azabıyla büsbütün ağırlaşsın, ta ki Cenab-ı Hak bu günahkâr kulunu dünyada affederek, ahirette daha büyük cezadan korusun…” Taha Akyol)

                                                                                                                                                                                                       NEVZAT ÜLGER       

Read More
TARİH(T)E BİR YOLCULUK VE BAYRAM
Kasım 25, 2021by Nevzat ÜlgerKöşe Yazılarım

TARİH(T)E BİR YOLCULUK VE BAYRAM

TARİH(T)E BİR YOLCULUK VE BAYRAM

         Türkler Müslüman olduktan sonra inanca ait kelimelerin birçoğunu Araplardan değil, Acem’den (Farisilerden) almışlar.

         Resul veya nebi kelimelerinin yerine “Peygamber” kelimesini Acem’den almışız. Salat yerine namaz kelimesini, savm yerine oruç kelimesini kullanıyoruz. Hepsi Acem kökenli. Son zamanlarda “dört halife” kavramını kullanmaya başladık, ondan önce Farisi bir terkip olarak “Çariyar-i Güzin” kullanılıyordu.

         Padişah ve taht kelimeleri de Farisi. Anadolu’da “şanşen” olarak kullanılan “şahnişin” kelimesi de Acem kökenli.

         Şu hükmü düşelim buraya; “Uzun Hasan’a karşı zafer, Türk’ü Şiilik tahakkümünden kurtarmıştır.” Şii elbette Müslüman amma, Acem Müslümanı. Ne demek; Şii olsaydık, Acem olurduk. Şiiler Acemleştiriyor, Sünnilerde bu yok. Sünnilerde Türk var, Kürt var, Arap var, Çerkes var vd. Bugünkü Ortadoğu açmazının arkasındaki olayların önemli bir kısmı da bu Acemlik ya da Şiilik olayı değil mi? İran’ın; Irak’da, Suriye’de, Ürdün’de, Yemen’de yapmak istediği şey Şiileştirmek ve ardından Acemleştirmek düşüncesi.

         Bizim Müslüman oluşumuz da, devamımız da Sünnilikle yakından ilgili. Yavuz gibi bir bahadır padişah olmasaydı belki de Anadolu hep Şii olacaktı. Bu Şiilik de, doğrudan doğruya Şah İsmail Şiiliği olacaktı. Belki de Acemleşecektik. Müsaadenizle spot bir cümle kullanayım; Arapların en büyük buluşları, Türkleri keşfetmeleri ve onları sarayın koruyuculuğuna memur etmeleridir. Çünkü bu keşif, hem Türk tarihine hem de İslam tarihine yeni sayfalar açmış ve “Devlet-i Ebed Müddet” bir oluşumu (Devleti Aliye ve ardından Türkiye Cumhuriyetini) ortaya çıkarmıştır.

         Yahya Kemal’in bir benzetmesi var: “Vezüv yanardağı nasıl Pompei şehrini yok etmişse, Fatih, Yavuz, Kanuni ve Murat da Anadolu’da aykırı gelişmeleri öyle mahvettiler.”

         Osmanlı kendisini Selçukluların devamı sayıyor. Bu nedenle de bizim Anadolu tarihimiz tam bin yıllıktır. Dönemin halifesi  (1040-1055) Tuğrul Bey’e; “Gel bizi kurtar” diyor. Artık Anadolu’da Türk Tarihi başlamış. Tuğrul Bey halifeye; “Sen halifesin, İslamiyeti idare et demiş. Yeryüzünde senin vekilin benim” diye de eklemiş. Yani hutbelerde halifenin isminden sonra onun adı söyleniyor. İki yıl sonra vefat ediyor Tuğrul Bey. Tuğrul Bey’in çocuğu olmadığından Çağrı Bey görevi devralıyor. Çağrı Bey’in oğlu da Alp Arslan,

         Sonra 1071. Alpaslan Anadolu’yu tamamen Müslümanlaştırmanın kilidini açıyor. Zaten hemen akabinde de Çubuk Bey Harput ve çevresini kontrolü altına alırken, diğer bahadırlar da başka vilayetlerde aynı şekilde hüküm ferma (bey) oluyorlar. Hepsi Selçukluların beyleri.

         Tabi Anadolu’ya rahat hakim olmanın temelinde de; Ahiyan-ı Rum, Bacıyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum ve Gaziyan-ı Rum var. Sonra… “Ulemayı bozan beşik uleması, tekkeleri bozan da babadan oğula devir.” Liyakat unutulunca kurumlar da şiddetle bozulmakla kalmıyor, ifsat edici bir pozisyona giriyor.

         Efendiler efendisi iki güzel gün hediye etmiş Müslümanlara; Ramazan ve Kurban Bayramı. Biz 11 Ağustos günü bu bayramlardan Kurban Bayramı’nı kutlayacağız.

         “Hüzn ü keder def ola /Dilde hicab ref ola /Cümle günah af ola /Bayram o bayram ola.”

         Bütün Müslümanların bayramını tebrik ediyorum.

                                                                                                                                                                                                       NEVZAT ÜLGER       

Read More
BİLİM DİNİ YALANLAMAZ
Kasım 25, 2021by Nevzat ÜlgerKöşe Yazılarım

BİLİM DİNİ YALANLAMAZ

BİLİM DİNİ YALANLAMAZ

         20. yüzyılda, modernite; 13.yüzyıldan itibaren her yüzyıla özgü düşünce akımları ile kendine zemin hazırlamış, bunda da muvaffak olarak yüzyıl boyunca dünyayı etkisi altına almıştır.

           Modernizm; hümanizm, sekülerizm ve demokrasi sacayağı üzerine kurulu, egemenliği insana özgü kılan, kurtuluşu dinde değil, yalnız bilimde arayan bir ideoloji ve yaşam biçimidir.

         Modernizm; Batı uygarlığını esas alır.

         Sekülarizm; dini olan bütün değerleri bireysel ve toplumsal hayatın dışına iten, sadece bu dünyayı yaşanabilir kabul edip, öte dünya kavramını reddeden insan merkezci yaşama ve düşünme biçimidir. Rönesans ve aydınlanma dönüşümünden hızını almıştır diyebiliriz.

         Bu dönemde bireycilik ve feminizm özellikle öne çıkarılmış, bu ekoller kanalıyla birey toplumsal yaşamdan kopartılarak stres içinde her an intihara veya deviant türü davranışlara uygun problemli bir varlık haline getirilmiştir.

         Keza feminizm adına kadın aileden kopartılarak nikâhlı yaşamın dışında “birlikte olma” anlayışı ile din dışı bir hayat yoluna itilerek kutsallardan uzaklaştırılmış, çocuk yapmaktan soğutulmuş, adeta anlık yaşayan biri olmuştur. Feminist olduğunu söyleyen bir kadın yazara, aile hayatını sorduğumuzda, rahatlıkla evli bir erkeğin tuttuğu ikinci bir evde birlikte yaşadığını, karşı olduğunu söylediği çok eşliliği bizzat yaşadığını çok yakın bir tarihte bizzat anlatmıştır. Sadece dünyalık için bütün aşkın değerleri yok sayan bir anlayış.

         Demokrasi, insan aklının bulduğu en gelişmiş sistemin adı. İnsanoğlu onu güzel kullanabilirse, her düşünce akımı kendisini ifade edecek bir zemin bulur.

         Batı’daki bu akımlar meydana gelirken İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerinde de birçok ihya hareketlerine şahit olmaktayız. Aynen Batı’da olduğu gibi İslam dünyasında da meydana gelen bu diriliş hareketlerinin bazıları Müslümanların bir kısmı tarafından benimsenirken bir kısmı ise daha çok uluslararası siyasetin yönlendirdiği olaylar olarak değerlendirilerek ancak bölgesel kalmıştır. Bu hareketlerde Batı liberalizminin etkileri de olmuştur, milli uyanış hareketlerinin etkileri de olmuştur.

         Suriye, Irak, Yemen, Libya iç savaşları İslam dünyasını en az elli yıl geriye götürdü. Muazzam bedeller ödeniyor. İslam dünyasındaki bu karmaşaya karşılık Batı’da herhangi bir savaş ortamı yaşanmıyor. Düzenli bir şekilde büyüyorlar ve İslam ülkelerine daha iyi kavga etsinler diye silah satıyorlar!

         Tanzimat’tan Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen sürede ve Cumhuriyet döneminde pozitivizm gerek edebiyatta gerek düşünce hayatında en önemli amillerden biri olmuş, düşünce hayatımız ve edebiyatımız Cumhuriyet döneminde baskın olarak pozitivist özellikler göstermiştir. Cumhuriyet sonrası yazarları arasında “İslam dışı” düşünceye katılmamış hikâyeci, romancı ve makale yazarı bulmak zorlaşmıştır. Bu akım 1970’li yıllardan sonra etkisini azaltmakla birlikte hala devam etmektedir. Günümüzde ise modernizm, postmodernizmin etkisiyle pozitivizm köküne dayanan modernist süreç etkisini bir hayli kaybetmiş, değişmez kabul edilen bilgilerin yanına sezgiler ile İslam dinini esas alan doğrular gelmiştir.

         Bütün uğraşlara rağmen sayılan bu ekoller eski üstünlüklerini kaybetmiş, 21. yüzyılla birlikte din tekrar geri gelmeye başlamıştır. Ancak entelektüel bir yazarımızın tabiri ile bu ekollerden şöyle ya da böyle etkilenmeyen az insan kalmıştır. (… varsa beri gelsin. Alev Alatlı) Her şeye rağmen Müslümanların düşünce ve siyaset sahnesinde tekrar yer alarak, aktif tefekkür dönemlerine başlamaları sonucu, 21. yüzyılda din(ler) tekrar görünür olmuşlardır.

                                                                                                                                                                                                       NEVZAT ÜLGER       

Read More
YENİ BİR HAMLE, Bİ DAHA Bİ DAHA
Kasım 25, 2021by Nevzat ÜlgerKöşe Yazılarım

YENİ BİR HAMLE, Bİ DAHA Bİ DAHA

YENİ BİR HAMLE, Bİ DAHA Bİ DAHA

         10. Beş yıllık Kalkınma Planında belirtilen hedeflerin birçoğu 11. Beş yıllık Kalkınma Planında tam yarı yarıya düştü. Demek ki birtakım dengeler bozuldu.

         Kısa vadede (bir yıllık sürede) en azından 75-100 milyar sıcak para bulmak gerekiyor. Mümkün mü, mümkün. Dünya küreselleştiğine göre dünya finans kuruluşlarından istifade etmeliyiz. Tabi bulunacak bu paranın da Merkez Bankası rezervlerinin dışında kullanılmamamsı gerekir. Böylece hem içeriye hem dışarıya güven telkin edeceğiz. Doğalgaz olmazsa tezek yakarız düşüncesi hiç kabul görmemelidir. Bunu söyleyen insanların vizyonu olmaz. Adamın ömrü başkalarının sırtından hamaset yapmakla geçtiği için bu cümleyi rahat kullanıyor. Halbuki AK Parti, bu ülkenin hem GSMH’sını hem de kişi başına milli gelirini (son üç yıllık dönem hariç) hep yükselterek geliyor. Kaldı ki 21.yüzyılın kavgası da ekonomi üzerinedir.

         450 milyar dolar olan dış borcumuz bu ülkenin altından kalkamayacağı bir borç değil doğrusu. Ama uluslar arası dengeleri ve kuruluşlara güven vermek gerekir. Bu yetmez, içeriye de güven tazelemek şarttır. Bu saatten sonra güven kişilere değil, devlete olur. Kuralları iyi çalışan ülke istiyor dünya. Yalnız isim olarak kurumların var olması değil, bu kurumların işleyiş şekillerine de bakıyor dünya.

         Dünyada kurulu bulunan 200 civarındaki bütün devletler milliyetçilik yapıyor. Normal bir olay bu. Ancak her dönemin milliyetçilik anlayışı farklıdır. İlhan Kesici 21.yüzyılın milliyetçiliği ekonomi zerinedir diyor, haklı. Bu yüzyıl hamasete yer veremez. Eğer birilerinin gazına gelinirse çok sorunla karşılaşabiliriz.

         Bizim ülkemiz sanayileşecek, doğru. Ama bizim ülkemizde aynı zamanda tarım da yapılmalıdır. Yapacağımız tarım da daha çok ihracata yönelik olmalıdır. Biz niye tavuk eti, sığır eti vd ithal edelim ki. Oralara verdiğimiz parayı tarımın desteklenmesine, girdi maliyetlerinin düşürülmesine harcarsak köylü niye tarımla uğraşmasın ki? Yapacağımız tarım hem üreticiyi hem tüketiciyi korumalıdır. Gelişmiş dünyanın yaptığı da bu değil mi?

         Yönetim kadrolarının bir kısmı ülkenin emniyeti, sağlığı, eğitimi, hukukun işlemesi ile ilgilenirken, bir kısım kadrolar da ülkeyi uluslararası güvene ve rekabete hazırlamakla görevli değil midir? Şöyle çok sıradan bir örnek verelim; ilimizde a, b, c müdürlükleri ve bu müdürlüklerin binaları ile atanmış yöneticileri var ama vatandaş olarak bu kurumlardan olumlu bir etkilenmemiz söz konusu değilse, vatandaşlar bu kurumlara ilgi duymadıkları gibi onlar hakkında da güzel şeyler söylemezler. Yani içerdeki vatandaşın “güven” duygusunu da, yabancıların güven duygusunu da yükseltmemiz gerekir.

         Bakanlık yapan insanların bilgili olması yetmez, bakanlık kadrolarının da bu işleri çevirebilecek bilgi ve liyakatta olması gerekir.

         Bilgili bakan bilgili bürokratla çalışır. Bilgili bakanın bilgili yardımcıları olur.

         Buraya kadar anlattıklarımızdan bir çıkarım yapacak olursak;

         -Sistem kurallar üstüne bina edilecek.

         -Sistemi bilgili ve liyakatli insanlar çalıştıracak.

         -Birinci adamın dışında olanların görevlerini mükemmel yapmaları gerekir.

         – Sistem çalıştırılırken vatandaş bu işleyişe güven duymalıdır.

         Haydi, bi daha bi daha.

                                                                                                                                                                                                       NEVZAT ÜLGER       

Read More
BELEDİYE’DEN BEKLENTİLERİMİZ
Kasım 25, 2021by Nevzat ÜlgerKöşe Yazılarım

BELEDİYE’DEN BEKLENTİLERİMİZ

BELEDİYE’DEN BEKLENTİLERİMİZ

         İllerin problemlerinin çözüm yeri merkezi hükümet değil, yerel yönetimlerdir. Merkezi hükümetler, yerel yönetimlerin mali ve teknik imkanlarını aşan konularda devreye girerler. Merkezi hükümetleri daha çok demokrasi, adalet, inanç ve düşünce hürriyeti ile gelirin adil dağılımı gibi konularda devreye girsinler diye bekler toplum.

         İllerin kalkınması, yaşanabilir bir şehir olması, çocukların, gençlerin, kadınların ve toplumun tamamının şehirlerden memnuniyetini sağlayan mekanizmalar tamamen yerel yönetimlerin görev alanındadır. Yerel yönetimler mali, teknik ve idari yönden iyi yönetilirlerse, yönetenler yaptığı işten, toplum da yaşadığı şehirden zevk alır ve mutlu olurlar. Gerek yerel yönetimlerin, gerekse merkezi hükümetin görevi toplumun mutluluğu ve emniyeti değil midir?

        Para sıkıntısı çekmek belediyelerde söz konusu olmamalıdır. İşinin ehli olan kadrolar idare-i maslahatçılıkla yöneticileri sıkıntıya sokmaz, hem tepe yönetimini, hem de toplumu rahatlatacak işlere imza atarlar.

        İşleri bu minval üzere yapamayan görevliler hemen değiştirilmelidirler. Bu iş hatıra-gönüle gelmez.

         Elazığ’ın nüfusunun %25’i köylerde yaşıyor. Demek ki 150 bin nüfusun sorunlarını da Köye Hizmet Götürme Birlikleri (Özel İdare) ile diğer daire müdürlükleri çözmelidir.

         Belediyelerin fazla para harcamadan çözüm getireceği birkaç konuyu bugün sıralayalım. Başka konuları da bir başka yazıda inşallah. Bu konuların realize edilmesi hem kolay hem de toplumda büyük bir rahatlama sağlar:

         1-Özel bir üniversite (Özel Harput Üniversitesi için öncülük)

         2-Müze (Kent Müzesi)

         3-Şehir tiyatrosu

         4-Elazığ’a Değer Katanlar Müzesi (Resimleri ve tanıtım yazılarıyla)

         5-Fuar ve Kongre Merkezi (ETSO ile birlikte sorun çözümlendi galiba))

         6-Kültür Parkta “masal şatosu” (Masal anlatacak iki isim-sesi ve diksiyonu düzgün)

         7-Kültür Parkta ve Cip Barajında gondollar veya sandallar

         8-Kapsamlı bir “Hayvanat Bahçesi” (Mevcutlardan biri geliştirilebilir)

         9-Yazarların Elazığ ile ilgili kitaplarının basılması.

       10-Her ay bir ünlü ile kültürel etkinlik

       11-Harput’a teleferik (Yap-işlet-devret modeliyle hemen)

       12-Sürsürü Mahallesi’nin eski yerleşim yerinin ihyası (Konya ve Isparta örneği)

       13-Ölbe vadisinin restorasyonu

       14-Dört semtte birer tane “Hanımlar Şatosu”

       15-Dört semtte birer tane “Emekliler Şatosu”

       16-Dört semtte birer tane “Spor Salonu”

       17-Harput’ta 300 adet taş yapı olarak tek veya çift katlı“Harput Evi” yapımı

        Yapılabilecekler listesi oldukça uzatılabilir elbette. Ancak hemen yapılabileceklerden başlamak gerekir.

         Mesela beton kısmı yapılmış, ağaçlandırılması yapılmış, su alt yapısı çekilmiş çocuk parklarının tamamlanması zor olmasa gerek kanaatimce. Hacı Nazir Tutuş Camii’nin önündeki çocuk parkı gibi.

         Yaşanabilir şehirler sıralamasında, 2018 sonu itibariyle 19. Sırada olan bu şehri birkaç basamak daha yukarı çıkarmak aslında çok zor değil.

         Bu ülkenin kalkınması için Bölgesel Kalkınma Planları yapılıyorsa, bölgesel kalkınmanın da motoru yerel kalkınmadır. Yerel kalkınma olmadan ülke kalkınmasını sağlamak 21.yüzyılın modeli değildir.

         Yeni belediye başkanının istek ve enerjisini, iş bilir insanlarla ihata ederek, bu kalkınmayı ve inovasyonu sağlayabilecek yeterlilikte görüyoruz.

                                                                                                                                                                                                       NEVZAT ÜLGER       

Read More
FIKRALAR ÖĞRETİCİDİR
Kasım 25, 2021by Nevzat ÜlgerKöşe Yazılarım

FIKRALAR ÖĞRETİCİDİR

FIKRALAR ÖĞRETİCİDİR

         Fıkra bu coğrafyanın en eğlenceli sözlerini, anılarını, hatıralarını içinde barındırır. Temel’den Dursun’a, Pehlivan Teyyo’dan Düveli Muazzama başkanlarına, Abdullah Şekeroğlu’ndan Halit Emmi hikayelerine, Nasrettin Hoca’dan nicelerine pek çok fıkra bu topraklardan çıkmıştır. 

                                                          *

         Yahya Kemal aşırı kilolu olduğu için, bir yokuşu çıkıncaya kadar nefes nefese kalır. Yokuşun sonundaki lokantanın bir masasına oturur. Garson hemen sorar; “buyurun beyim, ne alırsınız?”

         Yahya Kemal tebessümle cevap verir; “Evlat, izin verirsen bir nefes alacağım.”

                                                          *

         İngiliz garson Türk müşteriye biraz da kinayeli olarak; “Çanakkale’de çok askerimizi öldürdüğünüz için sizleri pek sevmeyiz” demiş.

         Türk gayet soğukkanlı davranarak; “Orada ne işiniz vardı?”

                                                          *

         Hastanın sahibi Lokman Hekim’e sormuş; “Hastamıza ne yedirelim?”

        Lokman Hekim; “Acı söz yedirmeyin de, ne yese olur.”

                                                  *

         Fatih Sultan Mehmet’e sorarlar; “İstanbul’u niçin fethettiniz?”

         Fatih cevap verir; “Önce o benim gönlümü fethettiği için.”

                                                         *

         Amerikalı iş adamı, bir Çinliye alay ederek sormuş; “Ölüleriniz, mezarlarına koyduğunuz pirinçleri ne zaman yiyecek?”
        Çinli başını kaldırmadan cevap vermiş; “Sizin ölüleriniz, koyduğunuz çiçekleri kokladığı zaman.”

                                                          *

          Şahabettin Süleyman, bir gün Ahmet Haşim’e; “Üç günden beri zihnimde önemli bir fikir saklıyorum” diyor.

          Ahmet Haşim, onun fikir üretmedeki kısırlığını ima ederek şöyle demiş; “Günahtır yahu, salıver gitsin şu fikri. Zavallıcık günlerden beri tek başına kim bilir ne kadar sıkılmıştır?.”

                                                           *

          Genç bir şair, saçma sapan şiirlerini Victor Hugo’ya okuduktan sonra; “Üstad, Şiirlerimi nasıl buldunuz?” diye büyük bir merakla sormuş.
          Victor Hugo; “Vezinsiz, kafiyesiz ve manasız bir şey yazmak istemiş ve tam muvaffak olmuşsunuz. Bravo doğrusu.” Diye cevap vermiş.

                                                          *

         Süleyman Demirel’in Bülent Ecevit’le ilgili fıkrası:

         Bir gün iki berduş kasaba meydanındaki pazarlarda aval aval dolaşıyormuş. Bakmışlar bir kalabalık, durmuşlar. Bir güvercin uçup gitmiş, berduşlardan birinin omzuna konuvermiş. Herkes toplanmış, berduşa “Sen padişahımız olacaksın!” demişler.

         Berduş kabul etmemiş, ısrarla hayır demiş. Daha sonra güvercin havada birkaç tur atıp tekrar aynı berduşun omzuna konunca, ısrarlara dayanamayıp padişah olmuş. Arkadaşı olan berduşu da başbakan yapmış.

         Sonra başlamış zulme, boyun vurmaya, vergi salmaya. Arkadaşı “Yapma, etme, halk kızacak.” demiş.

         Berduş padişahın cevabı ise şöyle olmuş: “Güvercin uçurup padişah seçen halka böylesi az bile!”

                                                                                                                                                                                                       NEVZAT ÜLGER       

Read More
TÜRKİYE KALKINIYOR
Kasım 25, 2021by Nevzat ÜlgerKöşe Yazılarım

TÜRKİYE KALKINIYOR

TÜRKİYE KALKINIYOR

       Türkiye, adına ister batılılaşma diyelim, ister muasır medeniyetlerin üstüne çıkma diyelim, 150 yıldır önemli bir gelişme ve kalkınma içerisindedir.

       19.yüzyılın son çeyreğinden itibaren başlayan okullaşma ve tasarruf eğilimleri semeresini 20.yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren vermeye başlamıştır. 1875-1908 döneminin en büyük açmazı istibdatçı oluşur. Halbuki “meşruti” idare ve merkezden belirlenmeyen ama halkın belirlediği parlamenter sistem, İslam’la tamamen uyuşan bir sistemdir. Dönemin padişahı bunu benimsemediği için, özellikle o günün meşhur İslamcıları tarafından “halli uygundur” fetfasına muhatap olmaktan kurtulamamıştır. 

       1923-1938 yılları arasında Türkiye “üç beyaz ve üç siyah” problemini çözmekte bir hayli mesafe almıştır. Çok yakın bir zamana kadar Sümerbank tesisleri ve Şeker Fabrikaları hala ayaktadır.

       Üç beyaz; yiyecek, içecek ve giyecek. Yani un, şeker ve patiska.

       Üç siyah; yakacak, barınak ve yol ile neft ya da enerji. Yani; kömür, demir ve enerji.

       1950-1960 arasında önemli kalkınma hamleleri gerçekleştirilmiş, elektrik ve buna bağlı olarak; çimento, şeker ve azot fabrikaları ile et-balık kurumları nüfusun yüzde 70’nin köylü olduğu toplumu adeta uçurmuştur. Bundan dolayı da Adnan Menderes ismi hala bayraklaştırılan isimlerdendir.

       1965-1971 döneminde başta hidro-elektrik barajları olmak üzere yüksek bir kalkınma hızı yakalanmıştır. Bu dönemde yapılanlar belli odakları rahatsız ettiği için, dönemin hükümeti muhtırayla istifa ettirilmiştir.

1973-1987 arasında Kıbrıs Barış Hareketi ile bölgede belirleyici ülke olduğumuz anlatılmış, haşhaş ekimine yasak getirmek isteyen ABD yönetimine de ilk defa hayır denilerek “Bağımsız Ülke” olduğumuz ihsas edilmiştir. Dönemin Başbakanına bundan dolayı “Karaoğlan” ismi verilmişti.

       1983-1989 yılları arasında para tabana yayılmış, Anadolu toprakları KOBİ dediğimiz işletmelerle tanışarak bu günün temellerini atmıştır. Bu dönemde bilim, siyaset ve para’nın yalnız bir zümreye ait olmadığı ortaya konulmuştur. Özal için; “Türkiye’yi haritaya koyan adam” diye başlık atmıştı bir yabancı gazete.

       2002 ve sonrasında özellikle duble yollar başta olmak üzere alt yapıda önemli düzenlemeler yapılmış, yatırımcılar için ekonomik ve finansal destekler sağlanmıştır. Kişi hürriyetindeki düzenlemeler de toplumun takdirine muhatap olmuştu.

       Zaman zaman engellemeler olmakla birlikte Türkiye yakın bir gelecekte dünyanın ilk 12 devleti arasına girmeyi başaracaktır. Bu durum hissedildiği için, Türkiye, vekalet savaşları denilen terör olaylarına muhatap edilmektedir. Bu durum belki 1976’dan beri belki de 1984 yılından beri devam ediyor maalesef. Oysa İdrisi Bitlisi gibi asil bir insan, zamanında ne asil işler yapmıştı. Tabi, asalet güzel işleri intaç eder.

       Bu ülke sahip olduğu yer altı ve yerüstü kaynakları ve yetiştirdiği beşeri sermaye yoluyla, bölgesinde lider, dünyada sözü dinlenen ve saygın bir  “Büyük Türkiye” yolunda hızla yol almaktadır. Artık dünyada kalkınmış ve kalkınmakta olan ülke kavramının pek de geçerliliği kalmamıştır. Çünkü Newyork’da, Londra’da, Paris’te olan her şey artık bizim ülkemizin her şehrinde rahatlıkla bulunabiliyor.

       Biraz daha kayıtlı ekonomi, biraz daha adil gelir dağılımı inanın bu ülkeyi birkaç basamak ileri fırlatır.

                                                                                                                                                                                                       NEVZAT ÜLGER       

Read More
  • 4
  • 5
  • 6
  • 7
  • 8
  • 9
  • 10

Merak Ettikleriniz Ve Sormak İstedikleriniz İçin İletişim Sağlayabilirsiniz.

İletişim

1950 yılında Elazığ’da dünyaya geldi. Öğretmen okulu’nu bitirdikten sonra bir süre öğretmenlik yaptı. Daha sonra iktisat fakültesi’ni bitirdi. Öğretmenliğin dışında on yıl üniversitede idari kadroda ve on yıl da…

Devamı...

İletişim

Merak Ettikleriniz Ve Sormak İstedikleriniz İçin Aşağıdaki Bilgilerle İletişim Sağlayabilirsiniz.

  • info@nevzatulger.com
Facebook

Hızlı Menü

  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Eserler
  • Köşe Yazılarım
  • İletişim

Site İstatistikleri

  • Çevrimiçi Misafir: 1
  • Bugünkü Ziyaret: 5
  • Dünkü Ziyaret: 105
  • Toplam Ziyaret: 47822

Nevzat ÜLGER © 2021 — Tüm Hakları Saklıdır.